Salı, Aralık 25, 2007

Hucrenin icindeki hayat

Harvard üniversitesinden bir ekip hücrenin içindeki hayatı betimleyen bir çizgi film videosu hazırlamış. Çizgi filmi izlerken, hayretler içinde kaldım. Hayatın ne büyük bir mucize olduğunu bir kez daha derinden anladım. Bu inanılmaz mucizeyi yaratan Rabbimize ne kadar şükretsek yine de az gelir...
Bu çizgi filmi defalarca izledim, her seferinde acayip bir duygu dünyasına girdiğimi hissediyorum. İnsanın içinden biyolog olup, hayatın mucizelerini keşfetmeye ömrünü adamak geliyor...
Filmin linki: http://aimediaserver.com/studiodaily/videoplayer/?src=harvard/harvard.swf&width=640&height=520

Yazının Devamı...

Perşembe, Kasım 22, 2007

Hizli Calculus Kitabi



Stokastik Prosesler sınavına hazırlanırken, Calculus'u da hızlı bir şekilde tekrar etmek istiyordum. Fakat bütün bir kitabı hızlı taramak mümkün olmadığından kitap arıyordum. Çok iyi bir kitap buldum, hızlı ve kolay okunabiliyor: "Cliffs Calculus Quick Review". İlgilenenlere tavsiye ederim.

Yazının Devamı...

Pazar, Kasım 18, 2007

Facebook ve Eksisozluk



Ekşisözlükü hiç sevemedim. Argo, kabalık ve dayanaksız suçlamalar, mizahın üstüne çıkmış ekşisözlükte. Internethaber gibi haber sitelerindeki yorumlardan da hoşlanmıyorum. Kabalık, şovenizm ve aşırı enaniyetli (benmerkezli) tavırlar yorumların arasında hakim durumda. Bu gibi sitelerin, Türkiye'nin asıl çoğunluğunu oluşturan, uyumlu, akılcı ve ılımlı insanları yansıtamadığını düşünüyorum. Ekonomideki "kötü para iyi parayı kovar" ilkesi gibi bir ilke geçerli bu topluluklarda. Bir kişi kabalık yapınca, eğer bu davranış cezalandırılmıyor ve dışlanmıyorsa, insanların algısı, bu ortamda sert ve kaba olmak gerekir şeklinde oluyor. Bunun sonucunda, ılımlı insanlar ortamı oluşturmaktan uzak kalıyor, meydan kabadayılara kalıyor.

Facebook'a uzun zamandır üyeyim. Internet dünyasını yakından takip etmek istediğim için üye olmuştum, yoksa bu tip sitelerin zaman kaybı olacağını düşünüyordum. Zaman içinde hızla kulaktan kulağa yayıldı. Fakat ben yine de Facebook'taki eğlence amaçlı uygulamalardan uzak kalmayı tercih ettim. Önce ortamın nasıl geliştiğini, hangi davranış kurallarının hakim hale geldiğini gözlemlemek istiyordum.
Henüz oturmuş bir kültür yok, fakat Facebookla ilgili bazı iyimserliklerim var. Bir ara şoven, kimisi nefret eğilimli grup ve mesajların, sürekli kendi kimliklerini herkese beyan etmeye yönelik tavırların, farklılıklara karşı alaycı veya dışlayıcı tutumların arttığını gözlemlemiştim. Bu site de internetteki hoşgörüsüzlük dalgasına kapılacak diye düşünmüştüm. Fakat sonradan gidişatın daha yumuşadığını, tektipçilikten uzaklaşıldığını görmeye başladım. Henüz gelecekte taşların nasıl yerleşeceğini öngöremiyorum. Fakat zannediyorum, Facebook önceki dalgaların aksine, daha çeşitli, özgür ve hoşgörülü bir ortam olabilir. Bunun birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum:
1. Ekşisözlük, haber siteleri gibi ortamlarda, insanların gerçek kimlikleri belirsiz. Kimliklerinin gizli olduğunu bilen insanlar gündelik hayatlarından çok daha cüretkar ve kaba davranabiliyor. Facebookta ise tanıdığınız insanlar bulunduğundan, kimse kimseye yaygın bir şekilde hakaret veya kabalık edemiyor.
2. Sanal ortamlardaki "kötü davranışların iyi davranışları kovması"nın sebebi, algılamadaki yanılsamalarla ilgili. Küçük bir grup insan, çok gürültü çıkararak, çok kalabalık olduğu izlenimini verebilir. Bunun gibi, sanal ortamda küçük ve sapkın özellikleri olan bir grup, çok mesaj yazmak ve kontrolü elinde bulundurmakla, ortam kullanıcılarına ortamdaki hakim cereyanın hoşgörüsüz, kaba ve saygısız özellikler taşıdığı yanılsamasını verebilir. Facebookta ise herkese açık ortamlar yerine, arkadaş çemberlerine has ortamlar bulunuyor. Bu yüzden, küçük bir grubun manipülasyon yapması kolay değil. Hoşgörüsüzlük, alay veya tektipçilik içeren bir görüşü kaç kişinin savunduğunu kolayca gözlemleyebiliyorsunuz.
Bütün bunlarla birlikte Facebook'un hala büyük oranda zaman kaybı olduğunu düşünmeye devam ediyorum. Fakat ileride ortamın nasıl gelişeceğine bağlı olarak, fikirlerim değişebilir.


Yazının Devamı...

Perşembe, Kasım 15, 2007

Universitelerin Teknoloji Gelistirme Vizyonu



Bugün Boğaziçi Üniversitesinin Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cem Behar'ın katıldığı "Türk Kahvesi Sohbeti" adı verilen bir etkinliğe katıldım. Bu etkinliği de yine daha önce katıldığım Proje Yönetimi Eğitimini düzenleyen PARK kulübü düzenlemişti. Çok yerinde bir toplantıydı. Öğrencilerle üniversite yönetiminin bu şekilde aradabir görüşmesi lazım.
Konu "Disiplinlerarası Bir Hayat" yürütmekle ilgiliydi. Fakat benim esas katılma sebebim, üniversitenin teknoloji geliştirme vizyonunu öğrenmek ve katkıda bulunmaktı. Fakat, Rektör Yardımcısı ana konuya sadık kaldığından, teknoloji konusuna pek girmedi, bu benim için kötü oldu, ama diğer insanların ilgilendiği konu bu olduğuna göre, doğrusu buydu herhalde.
Rektör Yardımcısının iki fikri dikkatimi çekti: Bunlardan birincisi, "üniversitelerin evrimle yavaş yavaş gelişebileceği, üniversite idaresinde yeniliklerin makbul olmadığı ve üniversitelerin çok uzun zaman oluştuğu" fikriydi. İkinci önemli nokta ise, Boğaziçi Üniversitesinin teknopark ve teknoloji bölgesi oluşturma gibi bir hedefinin olmamasıydı. Rektör Yardımcısına göre, Boğaziçi Üniversitesi fen ve sosyal bilimlere %50-50 dağılmış, dengeli bir üniversite. Böyle bir üniversitenin teknik üniversiteler gibi, teknoloji ağırlıklı bir organizasyonu öncellendirmesi doğru olmaz, diyor hocamız.
Ben bu iki konuda da zıt düşüncelere sahibim:

İlk olarak, üniversite yönetiminde yenilikçiliği makul ve hatta çok da lazım görüyorum. Çünkü Boğaziçi de dahil Türkiye'de ve hatta dünyadaki üniversitelerin, pek çok konuda yavaş kaldığını düşünüyorum. Dünyadaki teknolojik alandaki yeniliklerin pek çoğu özel sektör tarafından veya özel sektörle üniversitelerin işbirliği yoluyla üretiliyor. Belki bunda bir gariplik yok. Gördüğüm kadarıyla dünyadaki önde gelen pek çok üniversite de bu yolu izlediğine göre, bunun böyle olmasını doğru bulanlar çoğunlukta olmalı. Zaten hocamızın bahsettiği bir başka nokta da, "üniversitelerin meslek öğreten kurumlar olmadığı, bunu yüksek okulların da yapabileceği, fakat üniversitelerin disiplinler arası ilgileri olan bireyler yetiştirmek hedefi olduğu" şeklindeydi. Aynı zamanda hocamız, Yale, Princeton, Harvard gibi çok zengin ve itibarlı üniversitelerin, teknopark hedefleri bulunmadığını da söyledi.
Hocamızın söylediği fikirler, son derece doğru gerçekler. Fakat koşullara ve bakış açılarına göre, farklı doğrular eşzamanlı doğru olabilir, düşüncesinden çıkarak, benim hayalimdeki üniversite bunun dışında bir yapıya sahip.
Öncelikle neden üniversiteler, meslek geliştirmeyi bir amaç olarak edinmiyor? Meslek geliştirmek, disiplinler arası bir insan olmaya engel değil. Tersine gerçekten mesleğinde ustalaşmış bir insan, pekçok sanatı kaynaştırmış, disiplinler arası olmayı mesleğinde icra eden bir insan olur diye düşünüyorum. Güzel sanatlar, sosyal bilimler bunlar entellektüel camianın değer verdiği birikimler. Fakat bu değerlerin, teknik ve uygulamalı konularda uzmanlaşmış bir insanda bulunamayacağı gibi bir varsayım mı var ki, yüksek okullar gibi meslek kazandırmak, itibarlı bir üniversitenin hedefi olamıyor?
Entellektüellik ve disiplinler arası olma değerleri, toplumların aydın tabakalarında çok kabul gören değerler. Zannediyorum, üniversite eğitimi temel alınırken, Batı'da da hümanist, bilimsel düşünceye hakim bireyler yetiştirilmesi hedefleniyor. Harvard, Princeton gibi üniversiteler de bu konuda gerçekten tüm dünyada göz önünde olan ve el üstünde tutulan kurumlar.
Fakat ben bunun tek gerçek olmadığı düşüncemi muhafaza ediyorum. Bilimsel düşünce, sosyal bilimler, güzel sanatlar, entellektüel birikim, bunlar doğru hedefler. Fakat bunlara ulaşmak için, mutlaka Harvard'ın yolundan gitmek gerekmiyor olmalı. Meslek odaklı, teknoloji geliştirmeyi birincil amaç haline getirmiş, üniversitenin yönetiminde ve eğitiminde yenilikçi yöntemlerin uygulandığı bir üniversite hayal ediyorum. Fakat bu üniversitenin içinde sosyal bilimler de birinci sınıf vatandaşlar olabilmeli. Mühendislerin, fen bilimcilerinin dünyaya bakışlarında sosyal bilimlerin getirdiği eleştirel ve ufuk açıcı düşüncelerin çok yararı olacaktır. Bu ikisini, birbiriyle tamamıyla uyumlu görüyorum.
Türkiye'de henüz herhangi bir üniversitenin teknoloji konusunda öncülük sağlayamadığını düşünüyorum. ODTÜ, İTÜ bu yola sağlam yatırım yapıyor. Aynı zamanda başka bazı üniversiteler de çok güzel teknoloji yatırımları yapıyor. Fakat hiçbiri henüz, tüm üniversite bünyesinde bir teknoloji geliştirme, girişimcilik ve yenilikçilik vizyonu oluşturamadı. Boğaziçi Üniversitesinin böyle bir vizyonu olmasını isterdim. Bence Boğaziçi Üniversitesi bu konuda, diğer üniversitelere göre önemli bazı avantajlara da sahip, çünkü Boğaziçi'ndeki gerek öğrencilerde gerekse öğretim üyelerinde ileri seviyede sistematik bir bilimsel düşünce yapısı var. Diğer üniversitelerde bu yok değil, ama sanki Boğaziçi bana biraz daha iyi bir yerde gibi geliyor. Belki burayı daha yakın tanıdığımdan, bana öyle geliyor olabilir. Çok önemli değil, kimin daha yetkin olduğu meselesi. Önemli olan Boğaziçi'nin veya başka bir üniversitenin Türkiye'de teknoloji geliştirme, yenilikçilik ve girişimcilik vizyonunu yaygın bir şekilde uygulamaya koyabilmesi. Umarım bir gün bunu birileri başarır.


Yazının Devamı...

Perşembe, Kasım 08, 2007

Facebook ve OpenSocial Modellerinin Kaliciliklari



Facebook şu anki yaygınlığıyla, sanki gelecekte tüm web aktivitelerine zemin oluşturabilirmiş gibi görünüyor. Fakat daha önce de bu tip balonlarla karşılaşmıştık. Genellikle insanlar heveslerini aldıktan sonra, bu gibi platformlardan bıkıyorlar, bir sonrakine geçiyorlar.
Acaba FB de geçici mi, yoksa insanları birbirine bağlayan sosyal yönlerini kullanmasından dolayı, kalıcı mı? Bana geçici olması daha muhtemel görünüyor. FB tek bir ortamdan her şeyi yönetme arzusunu ortaya koyuyor. Fakat bazı şeyler FB ortamında düzgün yürümüyor: Mesela gmail, zoho docs, rss reader, digg gibi önemli uygulamalar FB üzerinde verimli çalışmıyor. Bunun yerine tersi bir model daha etkili olabilir: Tüm uygulamalar FB üzerinde çalışacağına, tüm uygulamaların içinde FB çalışsın. Fakat FB tek sosyal ağ değil, bunun yerine tüm sosyal ağların ortak arabirimi olan OpenSocial tüm uygulamalar içine birer gereç olarak eklenebilsin. Bence OpenSocial'ın vizyonu, FB'nin modelinden daha kalıcı görünüyor.


Yazının Devamı...

Pazar, Kasım 04, 2007

OpenSocial: Sosyal Aglar Icin Programlama Arabirimi

OpenSocial, bir programcının yazdığı bir uygulamanın tüm sosyal web sitelerinde çalışmasına yönelik bir kütüphane. Bu çok devrimci bir gelişme. Doğrudan doğruya artık geliştirilecek olan iş uygulamalarının sosyal sitelere yönelik olmasını sağlayacak.
Google tarafından yönlendirilen açık bir çalışma OpenSocial. LinkedIn, Orkut, salesforce gibi pek çok sosyal ağ, OpenSocial API'sine destek veriyor.

Temel amaç tek bir API üzerinden hem sunucu tarafındaki REST servislerine hem de istemci tarafındaki JavaScript servislerine erişim sağlamak.

OpenSocial'ın temel servisleri. OpenSocial hangi temel arabirimler üzerinden bilgi sunuyor:
People: Ben kimim, profilimde ne bilgiler var. Bu gibi bilgilere erişim sunuyor.
Arkadaşlar: kimleri tanıyorum, kimlere bağlantım var?
Aktiviteler: neler yapıyorum, kimlerle hangi bilgileri paylaşıyorum?
Kalıcılık (persistence): Sunucu gerektirmeden durum kaydetmek sağlanmalı. Burası işin en güzel yanı: OpenSocial herhangi bir sunucu gerektirmeden, veriyi kaydetme servisi sunuyor. Yani OpenSocial uygulamalarınızı kendi hostunuzda çalıştırmanız gerekmiyor.

Birkaç kod örneği:
data.getViewer().getDisplayName()
Bu kullanıcının isminin döndürülmesini sağlıyor.
Arkadaşlarını çekmek için:
data.getViewerFriends().asArray()
Yeni aktivite oluşturmak ve bunun kullanıcının haber listesinde görünmesi için:
newRequestActivity

OpenSocial kullanarak, sosyal ağ sitesinin kendi mühendisleri kadar derin bilgiye ulaşmak mümkün.
Orkut, google'ın sosyal ağı, bir deneme tahtası (sandbox) sunuyor, opensocial uygulamaları için.

Yazının Devamı...

Toplu Ulasim Ucretleri

Daldan dala atlamak gibi olacak, kusura bakmayin :) Bazen istatistikle ilgili yaziyorum, sonra kalite konusuna giriyorum, şimdi de trafikle ilgili yazacağım.
İstanbul'un ulaşım sorunu en çok üzerine kafa yorduğum sorunlardan biri.

Bence çok önemli bir sorun, çünkü biz İstanbulluların hayatı çürüyor yollarda. Hiç abartmıyorum, gerçekten de İstanbulda ulaşım son birkaç yıldır katlanılabilir bir dert olmanın ötesine geçti. Umarım belediye ve hükümet, bu konuya azami derecede fon ve insan ayırıp, sorunu ivedilikle çözerler. Ben çözebileceklerine inanıyorum, toplu konuttaki, sağlıktaki, ulusal hava ve kara ulaştırmasındaki başarıları bunun bir kanıtı. Neyse, bu yazıda toplu ulaşımın ücretlerine değineceğim. Konuyla ilgili sistem dinamiği perspektifinden hazırlanmış bir çalışma var, fakat ona burada girmeyeceğim şimdilik. Bu yazıyı Facebooktaki İstanbul'un Trafik Problemleri tartışma grubunda yazmıştım:
İstanbul'da toplu ulaşımın kısa ve orta uzunluktaki yolculuklar için çok yüksek ücretlendirildiğini düşünüyorum. Pek çok kişinin günlük yolculuğu 5-10 kilometre arası sürüyor. Bu uzunluktaki bir yolda insanların en az bir bazen iki minibüs, otobüs kullanması gerekiyor. Bu da ortalama 1.5 YTL tutuyor. Ancak aynı yolu özel arabasıyla alan bir kişi de ortalama 25 kuruş ve 7.5 kilometreden, yaklaşık 1.5 YTL'ye gidiyor. Dolayısıyla toplu ulaşım araçlarını kullanmanın insanlara sunduğu maliyet avantajı ortadan kalkıyor.
Şimdilik Türkiye'de hala insanların sadece 1/5'i özel araba sahibi. Fakat Türkiye zenginleştikçe, bu oranın Avrupa'daki gibi 1/1'e ulaşması bekleniyor. Bu durumda, insanlar arabaları varsa, daha ucuza gelmiyorsa neden toplu ulaşımı tercih etsin? Bunun sonucu artan trafik ve park problemleri olacaktır.
Toplu ulaşımın neden bu ücretlere yapıldığını tam anlayamıyorum. Mesela Ümraniye'den Üsküdar'a çalışan bir minibüs yolculuk boyunca ortalama 30-40 yolcu alıyor ki bu da yolculuk başına 50-60 YTL'lik bir gelir demek. Ancak minibüsün yaktığı yakıt 2-3 YTL'yi geçemez. Maliyetlerle gelir arasında çok büyük bir fark var. Bu farkın, yolcuların lehine azaltılması gerekiyor.
Bence buradaki temel sorunlardan biri, piyasanın bir tür oligopolist piyasa oluşu, yani az sayıda oyuncu tarafından denetlenmesi. Her ne kadar şoför esnafının sayısı çok olsa da, esnaflar odası ve belediyenin ortaklaşa toplantılarıyla fiyat üretici tarafından tek taraflı olarak belirleniyor. Piyasaya giriş yapan oyuncular, kendi fiyatlarını kendileri koyamıyor, rekabet ortaya çıkmıyor. Bu piyasanın eğer yapılabiliyorsa, daha serbest bir hale getirilmesi lazım. Eğer bu mümkün değilse, kamu tarafı ücretleri, müşterinin lehine düşürmeli.

Yazının Devamı...

Facebook'un Gelecegi Uzerine

Bu mesajı FB'deki (Facebook) Fikir Atölyesi tartışma grubundaki yazdım:
Bana kalırsa, FB'taki eğlence ağırlıklı uygulamalar yakında yerini fayda sağlayan uygulamalara bırakacak. Henüz 4-5 ay oldu FB'un bir platform olarak bütün programcılara açılmasından beri geçen süre.

Programcılar yeni uygulamalar geliştirdikçe, FB'un sadece eğlence amaçlı değil, aynı zamanda iş yapma, üretme noktasında da fayda sağlayabileceği uygulamaları göreceğiz. Muhtemelen, bu uygulamalar daha önceki uygulamaların sosyalleştirilmiş şekilleri olacak. Eğer gerçekten sosyalleşmiş iş uygulamaları, eski biçimlerinden fark oluşturabilirse, o zaman FB platformu kalıcı bir ortam haline gelir diye düşünüyorum.

Yazının Devamı...

Facebook ile uygulama geliştirme



Facebook platformu üzerinde uygulama geliştirmeyi araştırıyorum. Birkaç farklı uygulama düşüncem var: Eğlence amaçlı bir uygulama veya daha kültürel-bilgi temelli bir uygulama olabilir. Fakat esas istediğim FB üzerinde deney yapmayı sağlayacak, sosyal ağların özelliklerini tanımaya yönelik bir uygulama: Belki oyun teorisine yönelik bir uygulama olabilir. Hani çok bilinen bir oyun vardır, iki mahkumu birbiriyle yarıştırmak. Böyle bir şey, sosyal bir ağ ortamında çok kolayca denenebilir. Veya sistem dinamiğinin meşhur dağıtım zinciri oyununu FB üzerinde oynamak, çok ilginç bir deney olabilir.

Yazının Devamı...

Cumartesi, Kasım 03, 2007

Stokastik Referans Notlarim

Stokastik (bir olasılık konusu) dersinde kendim için hazırladığım referans notlarını internete koydum.

İlk dosya genel olasılık konularına ilişkin. Tex kaynak kodu
İkinci dosya stokastik konularına ilişkin. Şimdilik generating functionlar, branching process ve kısmen markov chain prosesleri bulunuyor. Terimlerin Türkçelerini bilmediğimden İngilizce, Türkçe karışık dosyalar. Tex kaynak kodu.

Yazının Devamı...

Istanbulun Ulasim Stratejileri icin Balanced Scorecard

Yüksek lisansta aldığım Prof. Ali Rıza Kaylan Hocanın Toplam Kalite Yönetimi dersi için hazırladığım ödevi internete koydum.

Tabi ki, bu ödev gerçekçi bir çalışma sayılmaz. Fakat hem Balanced Scorecard uygulamalarıyla ilgili bilgi vermek için, hem de İstanbul'un ulaşım hizmetlerinin yönetim stratejilerine dair fikir oluşturmak için yararlı olabilir.

Ödevi İngilizce hazırlamıştım. Büyükşehir Belediyesinin Ulaşım Yönetim Biriminin nasıl bir strateji geliştiriceğine yönelik bir çalışma. Bu arada, yanlış anlama olmasın, bu çalışmanın belediyeyle bir ilgisi yok, onlara yol göstermek gibi bir niyetim de yok. Sonuçta çok hızlı bir şekilde hazırlanmış, sadece örnek olarak koyduğum bir çalışma.

Yazının Devamı...

Rasgele degiskenlerin esitligi Pr(X=Y)

Aşağıdaki yazıyı stokastik (olasılık teorisinin bir alt dalı) dersine çalışırken kendim için yazmıştım. Belki faydalı olabilir ve çeşitli öneriler gelebilir diye web günceme koyuyorum.

Aslında bu yazıyı otomatik olarak rtf formatından latex'leyip düzgün bir şekilde render edecek bir sistem arıyorum, ama henüz yok böyle bir şey. Başka bir şekilde bu sorunu sonra çözmek için bırakıyorum.

Şöyle bir durum var:
Y=\sum_{i=0}^{X}Z_i
Burada X iv bir rasgele değişken.
Z_i bernolli dağılıma sahip bir rv.

Şimdi bizden istenen Pr(Y=X)

Bu çok ilginç bir durum, çünkü Y=X olayında iki farklı rasgele değişkenin birbirine eşit olması aranıyor. Değişkenlerden herhangi birinin belirli bir değeri yok ki, bununla ilgili formülü hemen ortaya çıkaralım.

Ne yapacağız?

Bu durumda, toplam olasılık kanununu (law of total probability) kullanacağız. Bu kanun ne diyor?

Bir olayın olasılığı, o olayın gerçekleşmesini sağlayan örneklem uzayındaki tüm öğelerinin olasılıklarının toplamına eşittir. Uy? Bu da nedir? Tekrar ifade etmeye çalışayım: Bir olay var. Olay nedir? Bir örneklem uzayının alt kümesidir. Örneklem uzayı neydi? Bir rasgele değişkenin sahip olabileceği değerlerin evrensel kümesi. Peki bir olayın gerçekleşme olasılığı nedir? O olayın içindeki (yani altkümedeki) tüm değerlerin olasılıklarının toplamıdır.

Tamam kanunu öğrendik. Şimdi bunu probleme uygulayalım. Y=X olayına ait tüm değerlerin olasılıklarını toplayacağız:

Pr(Y=X)=\sum_{n=0}^\infty Pr(Y=X,X=n)

Hmm, güzel bir açılım, ama doğru mu acaba? Y=X olayına ait tüm değerleri arıyorduk öyle değil mi? Nedir bu değerler?

X=0 olması durumunda Y=0 olması
X=1 olması durumunda Y=1 olması
X=2 olması durumunda Y=2 olması
...

Bir dakika, ilginç bir şey fark ettim. Olayın değerleri, ki aslında bunlar da birer olay, hiçbir zaman eşitliğin iki tarafında da rasgele değişken içermiyor. Hmm, bunu not edeyim, demek olasılıkları hesaplarken her zaman amacımız eşitliğin bir tarafını sabit değerler haline getirmek.

Peki aklıma bir şey takıldı? (Ekmek teknesindeki Kıl ağbi aklıma geldi :)) Bu olaylar, "X=n olması durumunda Y=n olması" aslında koşullu bir olasılığa benziyor, yanlış mıyım?

Evet öyle görünüyor.

O zaman, formülde, Pr(Y=X,X=n) yerine Pr(Y=|X=n) demek gerekmez mi?

Hmm, o zaman sözlü ifadeyi değiştirmeliyiz: "X=n olsun ve Y=n olsun"

Bir dakka, öyle kelimelerin yerlerini değiştirmekle matematik yapacaksak, o zaman keyfimize göre hareket etmiş olmaz mıyız?

Doğru. O zaman ilk durumdaki ifade şekli yanlış.

Ama aynı şey değil mi, ha "X=n olsun ve Y=n olsun" demişsin, ha "X=n olması durumunda Y=n olması" demişsin.

Aynı şey değil. İlki iki olayın aynı anda gerçekleşmesidir, diğeri bir olayın gerçekleştiğinin verili olması durumunda, diğer olayın gerçekleşmesidir. Bu ikisinin olasılıkları birbirinden farklı olur. İkinci duruma koşullu olasılık denir. Burada iki farklı olayın birbirine koşullandırılması vardır. X=n olması birinci olaydır, buna A olayı diyelim. Y=n olması ikinci olaydır, buna B olayı diyelim.

Pr(X=n olması durumunda Y=n olması)=Pr(B|A)=\{Pr(A\cap B) \over Pr(A)}

Yani B ve A'nın birleşik olasılığının, A'nın olasılığına bölünmesi, B'nin A'ya koşullandırılmış olasılığını verir. Dolayısıyla birleşik olasılık, koşullandırılmış olasılıktan farklıdır.

Yazının Devamı...

Matematiksel Programlamada Indeksler

Matematiksel programlamanın en zor taraflarından biri bence, indekslerin neye karşılık geldiğini hatırlamak. i, j, n, m bir sürü değişken var.

i malzemelere karşılık gelir, j çantalara, n çantaların sayısıdır, m malzemelerin sayısıdır. İyi güzel... Şimdi bir de bunları formüllerde kullanalım: i üzerinden topla (sum over i), bütün x_ij'lerin toplamı 1 olmalıdır. Bu denklem tüm j'ler için yazılır. Hmm, ne güzel. matematik yapmak yerine, i ve j'leri düşünüyoruz. Zaten matematiğin mantıksal ilişkilerini anlamak için zihnimizi bayağı uğraştırmamız gerekiyordu, şimdi bir de i ve j'lerin karma karışıklığı ortaya çıktı.

Neden şöyle yapmıyoruz: ç çantalara karşılık gelsin, m malzemelere karşılık gelsin. n_ç çantaların sayısı, n_m malzemelerin sayısı olsun. Şimdi bir malzeme bir çantaya atanmış olmalı, öyleyse her bir m (malzeme için): tüm ç'lerin üzerinden x_çm'leri topla = 1 olsun. Anlaşılması çok daha kolay...

Neden anlamlı indeksler kullanmak yararlı olsun?

Çünkü bir problem üzerine hızlı bir şekilde düşünebilmek gerekiyor. Düşünme süreci akıcı olmalı, pürüzler düşünmeyi engellememeli. Bu yüzden değişkenlerin isimleri üzerinde işlem yapmak gerekmemeli.

Yazının Devamı...

Perşembe, Kasım 01, 2007

Jaiku Twitterdan daha hızlı



imified yoluyla Jaiku ve twitterı kullanıyorum. Jaiku hemen güncelleniyor genellikle, fakat twitterda bekleme oluyor...

Yazının Devamı...

Salı, Eylül 25, 2007

Kurumsallasma ve Insani Surecler

Firmaların kurumsallaşması genellikle iyi bir özellikmiş gibi düşünülür. Ben bu gerçeğin, çok sayıda istisnasının bulunduğunu düşünüyorum. Firmaların sunduğu hizmetlerdeki insani sıcaklık veya yardımseverlik, kurumsallaşmayla beraber erozyona uğrayan bir değer. Bir esnafın dükkanına girersiniz, adam size samimi bir yakınlık gösterir. İşinizi kolaylaştırmak için çeşitli çözümler üretir.

Fakat kurumsallaşmış bir mağazaya girin, tezgahtarlar genellikle soğuk tavırlıdır. Güzel giyinmişlerdir, ama müşterilere karşı samimi bir ilgi göstermezler. Kuralcıdırlar, müşterilere özel çözümler üretmezler, firma politikasının kısıtlayıcı kurallarına istisna yapamazlar. Kendi özel durumunuzu ne kadar detaylı anlatırsanız anlatın, size sadece bildikleri bir tane kuralı tekrarlayıp dururlar.

Konuyu bugün yaşadığım bir örneğe getireceğim. Turkcell'den kontörlü bir hattım var. Hattı yıllar önce ben öğrenciyken babam almıştı. Hat babamın üzerine kayıtlı olduğundan, pek çok işlemi ben kendi başıma yaptıramıyorum. Bu yüzden hattı üzerime almak için Turkcell mağazasına başvurdum. Mağazadaki tezgahtar, 23 YTL yatırmam gerektiğini ve babamla beraber başvurmam gerektiğini söyledi. Öncelikle, 23 YTL alınmasını yanlış buluyorum. Yeni hat almak zaten 10 YTL, neden mevcut hattı devretmek 23 YTL? Bu müşteriye karşı bir saygısızlık. Neyse, çare yok parayı ödeyeceğiz.

Fakat babamla beraber mağazaya gelmem çok zor. Babam doktor olduğundan, zamanı müsait olmuyor. Benim de mesai vaktinde babamın hastanesine gitmem çok zor. Bu yüzden, tezgahtara şöyle bir öneri getirdim: "Siz bana formu verin, ben babama imzalatayım, kimlik fotokopisiyle birlikte getireyim." Çok doğal ve makul bir öneri. Fakat tezgahtar kabul etmedi. Turkcell'in prosedürlerine göre, bizim babanızı bizzat görmemiz gerekiyor, dedi. Bir süre tartıştık ve sonuç alamadan mağazadan çıkmak zorunda kaldım.

Bu olay, tekil bir olay olması yönünden çok önemli değil. Fakat kurumsal firmaların işleyiş politikalarını göstermesi yönünden, organizasyonel tasarım ve müşteri ilişkileri konusunda çok iyi bir örnek. Genellikle kurumsal firmaların iş süreçlerini tasarlamasında birkaç kritik hata sürekli tekrarlanıyor:

1. Firma güvenlik gereksinimlerini gereğinden çok fazla kısıtlıyorlar. Kontörlü hattın devredilmesi işlemi, pasaport alma işlemi kadar güvenlik gerektiren bir işlem değildir. Ortada bir sahtecilik olsa bile, bu sahtecilikten dolayı kimse ciddi bir zarar görmeyeceğine göre, güvenlik gereksinimlerini bu kadar kısıtlamak bir tür israftır.

2. Ben, kendi durumumda problemi bir şekilde çözebilirim. Fakat Turkcell, çok özel zorlukları olabilecek müşterilerinin durumlarını dikkate almamış: Mesela, babam ve ben farklı şehirlerde veya ülkelerde oturuyor olabilirdik. Babam hasta veya yaşlı olabilir, mağazaya gelemiyor olabilirdi. Firmalar belirli bir süreci tasarlarken, bütün müşterilerinin koşullarını dikkate almalı ve süreçleri sadece çoğunluk için değil, toplumun tüm bireyleri için tasarlamalı. Süreç tasarımında erişilebilirlik de en az güvenlik kadar dikkate alınması gereken bir kriter olmalı. Gelişmiş ülkelerde erişilebilirlik (accessibility) kriterleri kamuyu ilgilendiren tüm ihale ve standartlarda yer alan, son derece önemli bir şart haline gelmiştir.

3. Firmalar mağaza görevlilerine çeşitli katı prosedürlere uyma zorunluluğu getiriyor ve bunu çok sıkı denetliyorlar. Fakat neden mağaza görevlilerinin, müşterilere karşı yardımsever ve samimi bir şekilde ilgili olması için politik düzenleme yapmıyorlar? Bu, organizasyon tasarımında Taylorizmden kalan bir gelenek olsa gerek. Taylor'a göre, işçilerin yaptıkları her bir hareket endüstri mühendisleri tarafından tanımlanmalı. İşçiler, tamamıyle ikame edilebilir (replaceable) olmalı. Bu yaklaşıma göre, işçilerin yetkileri mümkün olduğunca sınırlandırılmalı, firma bir makine gibi işlemeli.

Taylor'un yaklaşımı önce sanayide özellikle Ford firması tarafından 1900'lerin başlarında başarıyla uygulandı. Zaman içinde hizmet sektöründeki firmalara da uyarlandı. Fakat özellikle 1950'li yıllarda başlayan ve 80'li yıllarda rekabetçilik noktasında tüm dünyanın önüne geçen Japon otomotiv sanayicileri (başta Toyota) tarafından, Taylor yaklaşımının pek çok yönden (kalite, yenilikçilik, ekonomiklik gibi) daha modern yaklaşımlar olan toplam kalite yönetimi, altı sigma, yalın üretim gibi yöntemlere göre çok zayıf kaldığı ortaya konulmuş oldu.

Şimdiki durum ne? Şimdi kimse Taylor yöntemini bilinçli olarak açıkça uygulamıyor, ama geleneksel alışkanlıklardan ve biraz da bana kalırsa, toplumsal psikolojik sebeplerden dolayı Taylor yaklaşımı hala çok yaygın. Hatta çelişkili bir biçimde, toplam kalite yönetimi mevcut uygulamada, şu an büyük oranda Taylor yönteminin ta kendisi haline gelmiş.

Bu konularla ilgili daha detaylı ve farklı açılardan ele alan incelemeler yapmak lazım. Yakında "mühendislik dünyası" diye yeni bir web güncesi başlatmayı düşünüyorum. Burada tecrübeli ve etkili mühendisler ve akademisyenlerle, bu gibi konulara dair görüşmeler yapıp yayınlayacağım. Umarım, bu çalışma mühendislik ve yönetim konularına dair farklı ve yeni fikirlerin ortaya çıkmasına yarar.

Son bir örnekle yazıyı bitireceğim. Devlet kurumlarına zaman zaman yazılım mühendisliğinin çeşitli konularıyla ilgili danışmanlık veya eğitim hizmetleri sunuyorum. Geçen emniyetle beraber yaptığımız bir çalışmada şunu gözlemledim: Polis mühendisler, sivil meslektaşlarından daha insani ve "sivil" süreçler tasarlamaya eğilimli. Sivil arkadaşlar son derece kısıtlayıcı güvenlik önlemleriyle sistemin vatandaşa yansıyan yüzünün zorlaştırılmasını teşvik ederken, polis arkadaşlar insan haklarına dayanarak sistemin vatandaşa yansıyan yüzünün kolaylaştırılmasını savunuyorlardı. Neden böyle oluyor? Bence polisler, halkla daha içiçe olduklarından ve hukuku daha kapsamlı bir şekilde bildiklerinden, halkın kolaylığı açısından sistemi tasarlamaya daha meyilliydiler. Siviller, polislere göre daha elit ve işin mutfağından uzak durduklarından, sistemi, kullanıcıları açısından değil, sistemin yöneticileri açısından tasarlamaya meyilliydiler. Turkcell örneğinde büyük kurumsal firmalarımızda da aynı durumun yaşandığını tahmin ediyorum. Sistemi tasarlayanlar, sistemi kullanan insanların yaşadıklarına karşı bir empati kurmuyor ve onların sıkıntılarına karşı anlayış göstermiyorlar.

Yazının Devamı...

Cumartesi, Eylül 15, 2007

Video ve Sesli Ders Yayinlari



Internet gerçekten dünyayı değiştirecek. Pek çok sorunumuz internet sayesinde çözülüyor ve giderek bu çözüm hızı artacak. Mesela üniversiteye gidemediniz. Veya gittiniz fakat üniversitedeki derslerin yetersiz kaldığını düşünüyorsunuz. Internete girin Berkeley üniversitesindeki dersleri dinleyin: http://itunes.berkeley.edu/ Veya MIT'ye bakın: http://ocw.mit.edu/OcwWeb/web/courses/av/index.htm. Daha uzun bir liste için: Free Academic Podcast Lectures (Spring 2007). Bütün dersleri herhangi bir web tarayıcısıyla indirebilirsiniz. Fakat bu tip sesli veya video yayınlarını (ki bunlara podcast deniyor) takip etmek için, juice veya itunes gibi bir araç kullanabilirsiniz. Googledan bu programları bulabilirsiniz. Her ikisi de bedava, iTunes daha kullanışlı, fakat juice açık kaynak olduğundan benim tercihim juice yönünde.

Yazının Devamı...

Çarşamba, Eylül 05, 2007

limited or no connectivity



Bir süredir laptopumda kablosuz ağlara bağlanmakla ilgili sorun yaşıyordum. Bazen bağlanıyor bazen bağlanmıyordu. Belki başkaları da aynı problemi yaşamış olabilir diye buraya yazıyorum. Bilgisayarınızda "limited or no connectivity" veya türkçesiyle "bağlantı yok veya sınırlı" hatası alıyorsanız, bunu da bir kontrol edin. Başlat > Çalıştır > cmd yazın. ipconfig yazın. Çıkan ip adresiniz eğer 169.254.x.x şeklindeyse, muhtemelen sizin sorununuz da benimkiyle aynı. Şu adreste http://slees.net/2006/09/25/ip-169254xx/ sorunun çözümü yazılıyor. Kısaca, bilgisayarınızda bir casus (spy) programı yüklenmiş. Bunu temizlemek için winsockfix programını indirin. Fakat benim sorunumu bu da çözmedi. Biraz daha araştırdım. activexdebugger32.exe adlı bir virüs bilgisayarıma bulaşmış. Bunu temizlemek için, http://www.yazguven.com/ sitesinde bir temizleyici yazılmış. İndirdim, çalıştırdım.
Fakat bu çözümler işe yaramadı. Sonunda statik ip verdim. Bunun için Network Connections > View Network Connections > Wireless Network Connection > Properties > TCP-IP Settings > (Use the following IP Address: 192.168.1.3, subnet mask: 255.255.255.0, Default Gateway: 192.168.1.1, Use the following DNS Server: Preferred DNS Server: 208.67.222.222)
Kendi modeminizde bu ayarları yapabilirsiniz. Fakat ip adres belki değişebilir, sondaki 3 yerine 10, 15 gibi bir rakam verebilirsiniz. Ayrıca subnet mask ve default gateway de farklı olabilir. Bunu anlamak için, modeme bağlanabilen başka bir bilgisayar varsa, onun içinde Start > Run > Cmd > ipconfig /all yazın ve bu bilgisayardaki ayarlara bakıp oradan kopyalayın.
Bu çözüm biraz fazla teknik detay içeriyor, bunları bilgisayara uzaksanız, belki yapmaktan çekinebilirsiniz. Ama aslında zor işler değil, biraz cesaretle, kurcalamakla yapabilirsiniz...

Yazının Devamı...

Çarşamba, Ağustos 29, 2007

Kötülük yapmadan para kazanmak

Firmalar neden kötülük yapmadan para kazanmanın mümkün olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyorlar? Firma yöneticilerinin süreçleri tasarlarken iyi kalpli olmalarının çok önemli bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. Bu iyi kalplilik, çok basit ve çocukça bir tabir gibi görünebilir, belki ama pek çok sorun bu basit görünen kavramla ilgili.

Şu sıra Superonline firmasıyla çok sorun yaşıyorum. Firma hakkı olmadığı apaçık bir ücreti benden talep ediyor. Kendilerine defalarca mail attım, 4077 nolu Tüketiciyi Koruma Kanunun 4, 6 ve 9. maddelerine dayanarak açıklama yaptım, sonunda noterden ihtarname gönderdim. Ama firma hala, duyarsız... Çok garip!Ne bir yanıt dönüyor, ne de işlem yapıyor. Böyle olunca da ben kendimi mecburen firmanın istediği ücreti ödemeye zorunlu hissediyorum. Çünkü firma işlem yapmazsa, ki kanuni olarak yaklaşık 20 güne kadar bir süre beni bekletebilir, benim 20 gün boyunca internete erişimimdeki sorunlar devam edecek. Firmanın hakkını yemek istemem. Belki, onların da bir bildiği var, belki aşırı miktarda iş yükünden dolayı bu sorunla ilgilenemiyorlar, ama firmanın bu konumda daha iyi bir şekilde davranması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta kim haklıysa, onun dediği olsun. Kanun bana bir hak vermiş, nasıl olur da firma bu hakkı ciddiye almaz.

Düşünüyorum da bu sorun pek çok firmanın sürdüregeldiği bir sorun. Pek çok firma, gerek yabancı gerek yerli, müşterilerinin temel haklarını yok sayıyor ve haksızlık yapıyor. Bu şekilde davranmakla, bir miktar kendi çıkarlarını koruyor. Kabul, fakat kendi uzun vadeli çıkarlarını zedeliyorlar. Kısa vadeli karların cazibesi demek bu firmalarda daha önemli görünüyor.

Gerçi, giderek firmalarda daha bir müşteri dostu hale gelme eğilimi olduğu düşüncesindeyim, ama yine de Superonline ile bu yaşadığım sorunlar beni hayalkırıklığına uğrattı. Benzer sorunları, bir arkadaşım aynı gruba bağlı Yapı Kredi ile yaşamıştı. Arkadaşım Yapı Kredinin bir çalışanıydı ve kredi kartı vardı. Firmadan ayrıldı. Tamam ne güzel, fakat kredi kartı sonuçta bankanın müşterisi olduğu için çalışmaya devam ediyordu. Birkaç gün sonra, hiç haber verilmeksizin, kredi kartının iptal edildiğini kötü bir ortamda tecrübe etti. Neden? Firma çalışanlarının işten ayrılmasıyla, kredi kartlarının iptal edilmesi arasında nasıl bir ilişki olabilir?

Başka bir firma -Ülker'in yeni bir girişimi olan Avrupa Yazılım- ile bir gün iş görüşmesine gitmiştim. İş görüşmesi iyi geçmişti. Fakat insan kaynaklarından görüştüğüm kişinin tavırlarını, çok kaba bulmuştum. Bana bir insan olarak bakmak yerine, firmanın çarkları içinde bir dişli gibi bakıyordu. Sözleri kibirliydi. Sonra beni bir gün çağırdı. Bana bir iş sözleşmesi verdi. İşe kabul edildiğimi ve işle ilgili şartları anlattı. Yaklaşık 15 dakika şirketin kurallarından bahsetti. Sonra ayrıldı. Bu 15 dakika boyunca, bana bir kez olsun sormadı ki, ne düşünüyorsun, kabul ediyor musun. Sanki ben firmayla iş görüşmesi yapmış olduğumdan, firmanın sunduğu tüm şartları kabul etmişim gibi, benim fikrimi sormaya gerek görmedi ve ayrıldı. Ben de alındım bu tavra ve bir şey demeden çıktım. Bir iki ay sonra, yeni kurulan firmanın müdürü beni aradı ve bana bayağı bir kızdı. Söz verdiğim halde gelmediğim için. Aslında ben söz vermemiştim, ama firmanın müdürünün olanlardan haberi olmadığından, benim sözleşmeyi kabul ettiğimi zannetmiş olmalı. Neyse, kızmaya hakkı var diye düşünerek alttan aldım, özür diledim, fakat müdür çok kızgın bir şekilde beni ayıpladı. Daha sonra öğrendim ki, Ülker benim gibi yapanları bir kara listeye alıyormuş ve bir daha hiçbir zaman işe almıyormuş. Öyle duydum, belki doğrudur belki yanlıştır...

Bunlar gibi daha çok örnekler var, firmaların çalışanlarına ve müşterilerine karşı kötü davrandığına örnek olarak. Burada Çukurova Grubu ve Ülker'e ait örnekler verdim fakat hemen hemen piyasadaki çoğu firmada bunlara benzer tavırlar, çok daha kötüleri yaşanıyor. Bu benim örnek verdiğim firmalar, çoğu firmadan daha da iyidirler. Maksadım onları kötülemek değil. Her ne kadar böyle kusurları da olsa, Türkiye'ye çok katkı yapan firmalar bunlar.

Fakat isterim ki, firmalar ister çalışan olsun, ister müşteri olsun, her bir insana gerçekten değer versinler. Kendi haklarını nasıl savunuyorlarsa, muhataplarının da haklarını öyle savunsunlar. Kendilerini ne kadar değerli ve saygın görüyorlarsa, muhataplarını da öyle değerli ve saygın görsünler. Bundan kimsenin bir kaybı olmaz. Hem firmalar kazançlı çıkar, hem de müşteriler ve çalışanlar.

Gerçi firmalara gitseniz, hepsi zaten bu değerleri kabul ederler. Misyonları, vizyonları, politikaları hep bu fikirlerle doludur. Fakat uygulamadaki politikalarında, bu fikirlerin gerektirdiği işlemlerde eksikler olduğu sürece, o yazıların bir anlamı yok. Örnek vereyim: Superonline firmasının müşteri temsilcisiyle konuşuyorum. Ona derdimi anlattım. "4077 nolu kanunun 4, 6 ve 9. maddeleri ihlal ediliyor, yaptığımız sözleşmenin benden hiçbir şey talep edilmeksizin iptal edilmesi gerekiyor", dedim. Müşteri temsilcisi, "kendisinin bu konuda yetkili olmadığını" söyledi. "Tamam", dedim, "beni yetkili birine bağlar mısınız". "Maalesef", dedi, "böyle bir prosedürümüz bulunmuyor". "Peki, yetkili birinin telefonunu verir misiniz?". "Maalesef, beyefendi, bunu yapamam." Sonra ben ısrar ettim, fakat müşteri temsilcisi aynı şeyi tekrarladı ve sonunda meseleyi görüşemeden telefonu kapatmak zorunda kaldım.

Şimdi olayı inceleyelim. Müşteri ve firma arasında bir anlaşmazlık var. Müşteri firmayla anlaşmazlığı müzakere etmek istiyor. Firma ise, bu konuyu müzakere etmeye yönelik herhangi bir süreç tasarlamamış. Firmanın temsilcisi -ki ismi müşteri temsilcisi olarak geçiyor :)-, müşteriye yetkisi olmadığından standart kuralları hatırlatıyor. Bu durumda müşteri ne yapmalı?

Burada sorun nerede? Firma, müşteri temsilciliği adı verilen bir süreç tanımlamış, fakat bu süreci yürüten kişilere yetki vermemiş. Müşteri firmayla muhatap oluyor, ama asıl problemi firmayla tartışamıyor. Müşteri, firmanın yapılmasını öngördüğü ve izin verdiği dışında, hiçbir işlem yaptıramıyor.

Bu müşteri dostu bir süreç tasarımı ve yönetimi değildir. Eğer kurumsal bir firmaysanız, bu şekilde bir süreç tasarlarsanız, vizyonunuzda, değerlerinizde ne yazıyor olursa olsun, firmanız müşteriye dost değildir. Süreçler, sadece normal akışa göre değil, beklenmedik koşullara uygun bir şekilde tanımlanmış olmalı. Eğer bu beklenmedik koşulları dikkate almamışsanız, bu firmanıza ait bir yönetim ve organizasyon sorunudur. Dolayısıyla, firmanın sorumluluğunu üstlenip bu konudaki eksikleri gidermesi gerekir.

Benim önerim şu: Firma yöneticileri gerçekten iyi kalpli olsun. Bu sorunların temelinde, firmanın yöneticilerinin süreçleri tasarlarken, yeterince iyi düşünceli olmadıklarının yattığı kanısındayım. Mesela süreç tasarlıyorsunuz, biri diyor ki, "ya peki bu müşterilerin müşteri temsilcileriyle halledemeyeceği bir sorun olduğunda ne yapacağız". Öbür kişi der, "yapacak bir şey yok, temsilciyle halledemiyorsa, kendi bileceği iş, herkes için özel bir işlem yapamayız". Başkası der, "ama müşteri temsilcilerinin yetkisi yok, yetkili biriyle görüşmek isteyebilirler". Cevap gecikmez: "her müşteri çözemediği sorunu bizimle tartışırsa, biz başımızı kaşımaya vakit bulamayız". Toplantıdaki katılımcılar, bu söze hak verir. "Evet, haklı valla. Yapacak bir şey yok..."

İyi kalpli olmak gerekliliği, pek çok profesyonel yönetici için naif bir kavram olarak görünebilir. Ama ben "iyi kalplilik" tabirinin tam yerinde olduğu düşüncesindeyim. Yukarıda kurguladığım sorun, yöneticilerin veya kullanılan yönetim tekniklerinin yetkinliğiyle ilgili bir sorun değil. Bu sorun, tamamen insanın özündeki ahlakla ilgili bir sorun. Kimi önemsiyorsunuz? Kendinizi mi, muhatabınızı mı? Sizin gözünüzde muhatabınız da en az sizin kadar değerli ve saygın mı? Muhatabınıza nasıl davranıyorsunuz? Kendinize davranılmasını istediğiniz gibi mi, yoksa bir an önce kendisinden kurtulunacak bir baş belası gibi mi?

Başka bir yazımda, tüketicilere yardımcı olabilmek için, bu gibi sorunlarda kanuni yollardan hak aramakla ilgili tecrübelerimi yazacağım. 4077 nolu kanun, noterden ihbarname, ilçe hakem heyeti vs. konularına gireceğim. Bu Superonline problemi, çok başımı ağrıttı, bari böyle bir faydası olsun, millete :)

Yazının Devamı...

Cumartesi, Ağustos 11, 2007

Mikro finansman sitesi

Çok ilginç bir fikir bu site: http://micropledge.com/

İş veya sosyal amaçlı bir projesi olan kişiler fikirlerini ortaya atıyor. İnsanlar beğendikleri fikirlere mikro desteklerde bulunuyor, 5-10 dolar gibi. Proje sahibi projesini ilerletiyor ve yeni destek talebinde bulunuyor. Çok hoş bir fikir bence... Bunun üzerine yeni iş modelleri de geliştirilebilir.

Yazının Devamı...

Salı, Ağustos 07, 2007

Delicious'a Hizli Link Ekleme

Linklerimi takip etmek için delicious kullanıyorum. Onlywire adında başka bir servisin sunduğu bir bookmarklet ile operada hızlı bir şekilde yeni link ekliyordum. Bugün yeni bulduğum bir bookmarklet linkleme hızını daha da artırıyor.

Fakat bookmarklet 2 sene önce hazırlanmış ve bu arada delicious'un güvenlik değişiklikleri sebebiyle artık çalışamaz hale gelmiş. Ufak bir iki değişiklikle, bookmarkletı yeniden çalışır hale getirdim. Kullanmak için, bu linki kullandığınız web tarayıcının araç kutusu kısmına taşıyın. Bir siteyi linklemek istediğinizde, araç kutusuna sürüklediğiniz linki tıklayın.

Yazının Devamı...

Pazar, Ağustos 05, 2007

Yeni Araclar: Imified, Twitter, RTM ve Launchy

4 orjinal araçla uğraşıyorum şimdi: Imified, Twitter, RTM (remember the milk) ve Launchy. Çok faydalı ve kullanışlı araçlar.

Launchy: windowsda herhangi bir programı veya dosyayı çok hızlı bir şekilde açmayı sağlıyor. Normalde başlat menüsünden, menüler arasından veya klasörler içinden dosyaları açmak yerine, daha pratik bir yol sunuyor. Alt-Escape, sonra açacağınız dosyanın ismini yazmaya başlıyorsunuz, hemen dosya çıkıyor ve açıyorsunuz.
Imified: Bugün ne işlerim var? Bu hafta neler yapmam gerekiyor? Bu gibi işlerinizi takip etmek için, hemen hemen hiç ek yük oluşturmayan bir araç. Google Talk, MSN gibi bir araçla kullanıyorsunuz. Tıpkı bir arkadaş gibi, konuşuyorsunuz. Mesela ekle diyorsunuz, sonra işinizin ismini yazıyorsunuz. İş kaydoluyor. Size zamanı geldiğinde hatırlatma yapıyor.
RTM: RTM de imified gibi işlerinizi takip etmek için bir araç. Daha karmaşık ve güçlü bir araç.
Twitter: Bu çok farklı ve ilk bakışta tam lüzumsuz bir araç olarak gözüküyor. Fakat bu aracın çok güzel bir yönü var, diğer pek çok aracı birbiriyle entegre etme özelliği. Mesela bununla RTM ve Launchy'yi birbirine entegre edip, RTM'e yeni işleri, doğrudan Launchy üzerinden ekleyebilirsiniz. Bunun en önemli faydası, çok hızlı, hemen hemen hiçbir yere tıklamadan etmeden, işlerinizi takip edebilmeniz. Twitter'ın bir başka özelliği de mikro bloglama. Yani sadece 140 harfe sığacak şekilde mesajlarınızı yazabildiğiniz bir blog ortamı sunuyor. Faydalı olur mu, bilemem...
Twitter'ın bu araçlarla entegre bir şekilde nasıl kullanılacağını anlatan bir yazı için: Take Launchy beyond application launching

Yazının Devamı...

Cumartesi, Ağustos 04, 2007

RasTop Protein Gorsellestirme Araci

Biyoenformatik dersinde gördüğümüz araçlardan biri, RasTop adlı 3 boyutlu protein görselleme aracıydı. Hocamız Murat Çokol, bu aracı kullanarak bir protein-dna çiftinin görsel bir şekilde incelenmesiyle ilgili bir ödev vermişti. Bu programı kullanımını gösteren ödeve ait ekran çekimini (screencast) google videodan izleyebilirsiniz.

Yazının Devamı...

Cumartesi, Temmuz 21, 2007

Programlama Kitap ve Makale Ozetleri

Çeşitli programlama kitap ve makalelerine dair aldığım notların linkleri:

Martin Fowler, Refactoring:
http://writer.zoho.com/public/mnuhoglu/Refactoring1
Çok iyi bir kitap. Sade, okunaklı ve kolay anlaşılır program yazmakla ilgili.


Dave Thomas, Programming Ruby:
http://writer.zoho.com/public/mnuhoglu/Programming-Ruby1
Dave Thomas çok iyi bir yazar. Ruby çok güzel bir dil. Fakat ben hala statik dillerde kendimi daha rahat hissediyorum.

James Gosling, Effective Java Programming
http://docs.google.com/Doc?id=a7w6zmv5z8j_30fxhqgd
Çok iyi bir kitap. Java ile programlamaya dair çok önemli kurallar.

Martin Fowler, Enterprise Application Architecture
http://docs.google.com/Doc?id=a7w6zmv5z8j_29gv9bbc
Kurumsal yazılımlarda kullanılması tavsiye edilen mimari çözümlerle ilgili çok iyi bir kitap. Kitapta anlatılan çözümlerin pek çoğu, zaten programcıların kullandığı çerçeveler tarafından otomatik olarak yürütülüyor. Ama yine de altta ne yattığını öğrenmek açısından faydalı bir kitap.

Alistair Cockburn, Writing Effective Use Cases
http://docs.google.com/View?docid=a7w6zmv5z8j_13db45zs
Gereksinim analizi konusunda, gerçekten çok iyi bir kitap bu. Kullanım senaryoları (use case) konusunu çok iyi anlatıyor.

Glenn Meyer, The Art of Software Testing
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_17g2rb6d&hl=en

Kent Beck, Test Driven Development
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_18cwpmpf&hl=en
Yazılım geliştirme sahasında çığır açıcı kitaplardan biri. Şimdi çok popüler bir konu olan TDD'nin öncü eserlerinden.

Steven John Metsker, Building Parsers with Java
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_33gzkkj9&hl=en

Eric Evans, Domain Driven Design
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_31djc5sg&hl=en
DDD yazılım tasarımıyla ilgili çok yararlı bir yaklaşım. Çok atıf alan bir eser.

Kent Beck, Extreme Programming
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_28hd97w6&hl=en
XP metodolojisinin piyasaya sunulduğu ilk kitap. XP'nin geliştiricisinden.

Herrington, Code Generation in Action
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_323z72bk&hl=en
Güzel bir kitap, fakat pek kullanmadığımdan ne kadar yararlı bilemiyorum...

Bauer ve King, Hibernate in Action
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_27hrhrbn&hl=en
Hibernate kütüphanesinin geliştiricilerinden bir eser. Hibernate java ve .net platformlarında çok kullanılan bir veritabanı-nesne eşleştirme mekanizmasıdır...

Dave Thomas, Pragmatic Programmer
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_238b685p&hl=en
Bu kitabın tarzını çok seviyorum. Sohbet şeklinde, ama çok değerli tavsiyeler içeren bir kitap. Sanki usta bir programcının yanında, programcılığı öğrenmek gibi bir his bırakmıştı bende...

Hibernate Reference
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_264qdgb3&hl=en
Hibernate kütüphanesinin resmi kılavuzundan aldığım notlar

Suzanne Robertson, Mastering The Requirements Process
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_25dws79k&hl=en
Gereksinim analiz sürecini bu kadar iyi anlatan pek fazla kitap olmadığını düşünüyorum. Çok iyi, hem teorik hem de pratik yönleri olan bir kitap.

SQL in a Nutshell
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_20df85qt&hl=en
SQL konusunda hızlı bir referans kitabı

Teach Yourself HTML and CSS in 24 Hours
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_19p6v554&hl=en

Alan Cooper, About Face
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_15d9bh99&hl=en
Bu eser, kullanıcı arayüzü tasarımı konusundaki en iyi kitaplardan biri olarak gösteriliyor.

Barry Boehm, Balancing Agility and Discipline - A Guide for the Perplexed
http://docs.google.com/Doc?docid=a7w6zmv5z8j_14m3cdpn&hl=en
Metodolojilerle ilgili yaklaşımı çok iyi dengeleyen bir kitap.

Makaleler:

Bu dosyaları pdf olarak box.net'e koymuştum:

ArsDigita:
http://www.box.net/shared/static/m6hxpqmuqv.pdf
Çok iyi bir hikaye. Amerika'daki venture capital mekanizmasının başarılı bir startup firmayı nasıl iflasa sürüklediğini anlatıyor.

Aşamalı Geliştirme (Iterative Development)
http://www.box.net/shared/static/4mmrifni30.pdf

AOP (aspect oriented programming)
http://www.box.net/shared/static/2f2pcp00t4.pdf

BlackMamba: A Swing Case Study
http://www.box.net/shared/static/8qa8ebyigz.pdf
Swing ile yazılım geliştirmeye dair örnek bir uygulama mimarisi...

Data Access with the Spring Framework
http://www.box.net/shared/static/734gjvkyz9.pdf

Eşli Programlama (Pair Programming)
http://www.box.net/shared/static/mb6kgkv1vc.pdf

Exploratory Testing Explained
http://www.box.net/shared/static/416042nqeu.pdf

Cockburn, In Search Of Methodology
http://www.box.net/shared/static/oiiclxxr67.pdf

Joel On Software
http://www.box.net/shared/static/i2vb271uvg.pdf
Joel'in eski yazıları, yazılım geliştirme konusundaki en güzel denemelerden...

Cockburn, Kahve Makinesi
http://www.box.net/shared/static/pullc94o0x.pdf
Nesne odaklı geliştirmeye yönelik güzel bir vaka çalışması.

Paul Graham'ın yazıları
http://www.box.net/shared/static/c55iszibcf.pdf
Paul Graham'ın çok hoş bir yazım tarzı var.

Rethinking Swing Threading
http://www.box.net/shared/static/4mp8k8odri.pdf

Using the Jakarta Commons
http://www.box.net/shared/static/i72y4b8rp1.pdf

Why Functional Programming Matters
http://www.box.net/shared/static/4j0zjorxyl.pdf

Diğerleri:
http://writer.zoho.com/public/mnuhoglu/Diger-Teknik-Kitap-ve-Makaleler1

box.net'teki klasörüme erişmek için:
http://www.box.net/shared/rfdpnqgol9

Yazının Devamı...

Dosyalari Webe Yuklemek

Birkaç senedir okuduğum programlama kitap ve makalelerinin özetlerini almaya çalışıyorum. Her zaman bunu yapamıyorum, bazen hızlı bir şekilde okumayı tercih ediyorum. Bazılarından not almak gereksiz oluyor çünkü kitap referans kitabı şeklinde tasarlanmış oluyor. Yine de oldukça yüklü sayıda kitap ve makaleden özet şeklinde notlar çıkardım. Bunları Keynote adı verilen bir not programında (outliner) tutuyordum. Uzun zamandır, bunları internette paylaşmayı planlıyordum, fakat format konusunda kararsızdım. Nihayet şimdi bütün bunları webe koydum.

Keynote çok iyi bir yazılım. Yıllardır, hemen hemen kendi yazdığım her şeyi bu programda tutuyorum. Şimdiye kadar 20 MB büyüklüğünde, binlerce madde başlığından oluşan bir defter tuttum. Bu dosyayı da webde paylaşıma açacağım, ancak bu dosya google tarafından indekslenmiyor ve kendine has bir formatta olduğundan herkesin kolayca açabileceği bir dosya değil.
Paylaşım için uygulayabileceğim birkaç yöntem vardı: HTML formatı, google docs, zoho docs, pdf dosyası. Statik HTML olursa, bunu güncellemek çok güç olacağından istemedim. Google docs iyi bir tercih olarak düşünmüştüm, ama toplu dosya yükleme özelliği sorunlu, ayrıca 500 kb dosya boyutu sınırlaması da çok düşük. Zoho'nun toplu dosya işlemleri zayıf. pdf olarak box.net iyi.
Sonuçta üç yöntemi kullandım. Karışık bir şekilde. Hiçbiri hız ve kullanışlılık açısından tam tatmin etmedi beni. Umarım zoho veya google docs ileride daha kullanışlı hale gelirler.
Bir sonraki mesajımda bütün dosyaların linklerini koyacağım...

Yazının Devamı...

Cuma, Temmuz 13, 2007

Bilgi Paylaşımı Araçları ve Viki Yazılımları

Bizim bölümün (Endüstri Müh.) sistem dinamikleri laboratuvarına yönelik bir içerik ve doküman yönetim aracı arıyordum birkaç gündür. Bizim laboratuvarda yıllardır çok sayıda çalışma yapılmış. Fakat eski yapılan çalışmaları bulmak çok güç. Bunları daha düzenli hale getirmek ve bilgi paylaşımını artırmak için böyle bir aracın faydalı olacağını düşünüyorum.



Internette biraz bilgi paylaşım araçlarıyla ilgili araştırma yaptım. Buraya aldığım notları koyuyorum. Bütün bu çalışmaların sonucunda, MediaWiki'nin şu sebeplerden dolayı en iyi olduğuna karar verdim:
1. Bir kere bir CMS (içerik yönetim sistemi) yerine viki çok daha paylaşmayı teşvik ediyor. Hızlı kullanılıyor. Kullanımı kolay. Daha az "bürokrasi" içeriyor.
2. Yapısal vikiler denilen vikiler, erişim kontrolü, doküman yönetimi gibi önemli fonksiyonları sunuyor.
3. MediaWiki, açık kaynak yapısal vikilerin arasında (TWiki, DocuWiki vs.) insanlar tarafından en iyi değerlendirmeleri almış. Kurulumu kolay, özellikleri çok geniş. Matematiksel formül yazımı gibi ilginç özellikleri destekliyor.
Ayrıca MediaWiki, Wikipedia'nın altında çalışan yazılım.
Araştırmada aldığım tüm notlar:

What Happened to Knowledge Management?


Bilgi yönetimi, bilginin dağılmasıyla değil, iş akışı, merkezi iş kontrolü gibi konularla ilgilendiler. Mesela bir doküman üret, bunu biri onaylasın vs. Bu yöntem, gizli bilginin açığa çıkmasına yaramadı. Ayrıca çok katı bir teknikti, çünkü düzeltmelere ve dağınıklıklara izin vermiyordu.

wiki ise insanların yüzyüze görüşmelerine benzer bir şekilde internet ortamında buluşmaalarına yardımcı oluyor. Böylece gizli bilginin açığa çıkmasını kolaylaştırıyor.



The nonsense of 'knowledge management'


Şu ana değin ortaya çıkan işletme tekniklerinin birçoğu başarız oldu, bazıları felaketlere sebep oldu (küçülme ve BPR gibi).

Bilgi yönetimi de moda bir işletme tekniğine benziyor.

Bilgi kişinin kafasında olan yapıdır. Bu yüzden yönetilemez aslında. Veri veya enformasyon yönetilebilir. Bunlar kaynaklardır.

Bilgi kelimesini enformasyon anlamında basitleştirerek kullanmak, gerçek anlamda bilgi paylaşımını ve üretimini desteklemez.

How blogs and wikis can help knowledge management

SECI döngüsü:

Sosyalleşme:

Bloglama yoluyla bir kişi projede yaptığı işleri adım adım anlatabilir. Böylece gündelik sorunlar ve bunları ele alış yöntemi ortaya çıkar. Acemiler de ustaları izlemekle bunları öğrenir.

Dışsallaştırma:

Bloglar yoluyla, insanlar bilgilerini yazılı hale getirir.

Birleştirme:

Yazılı olarak blog, wikilerde ortaya çıkan çok sayıdaki bilgi birleşip, bağlantılar kurulup, tartışılıp daha zenginleştirilebilir.

İçselleştirme:



Whence goeth KM?

KM'in dönemi giderek bitiyor. Herkes KM öldü mü diye soruyor? Neden? KM başarısız mı oldu?

KM diğer işletme akımlarından farklılıklara sahip oldu:

1. Tek bir kaynağı yok.
2. KM insan odaklı, BPR (ve şimdi 6 sigma) mekanik yaklaşımlar.
3. KM teknolojinin yaygınlaşmasında çok etkili oldu. Lotus Notes.

Sorunlar:

1. SECI modeli, insana bağımlılığı kaldırmaya çalıştı. Gizli bilginin açığa çıkarabileceği yanılgısına insanları inandırdı.
2. Teknoloji odaklılıık. Başarılı KM çalışmalarında teknoloji bir araç olmuştur, esas değil. Büyük danışmanlık firmaları öyle sistemler yaptılar ki, insanlar bütün zamanlarını doküman doldurmakla harcamak durumunda kaldılar.
3. Standartlar ve sertifikasyonlar. KM'ye gönül vermemiş insanlar standartlarla işin özünü yok etti.

Wiki vs. CMS

wiki basitleştirilmiş bir CMS (içerik yönetim sistemi) uygulamasıdır. Ancak sıradan wiki'ler CMS'lerden pek çok noktada eksik kalır: güvenlik, entegrasyon vs.

Fakat yapısal wikiler (structured wiki) böyle değil. Bunlarda kompleks güvenlik özellikleri, entegrasyon, özel uygulama geliştirme imkanları var. TWiki böyle bir uygulama.

Aynı zamanda şimdiki wikiler binlerce kullanıcıyı destekleyebiliyor.

CMS ile wikilerin arasındaki temel fark, yaklaşım, kullanım şekli diyenler de var. wikiler daha eşitlikçi, özgür bir ortam sunuyor. CMS daha hiyerarşik kontrol sunuyor.

TWiki vs. MediaWiki

En iyi wikiler bunlar.

Twiki'nin kurulumunun çok daha zor olduğunu söyleyenler çoğunlukta. MediaWiki daha kolay diyorlar.

TWiki, wysiwgy editöre sahip. Bu pek çok kişi için bir avantaj.

MediaWiki, mysql'de saklıyor verileri. Twiki, düz dosyada. Fark etmez.

Erişim kontrolü nasıl?

Yazının Devamı...

Perşembe, Temmuz 12, 2007

Universitelerle Ilgili Problemler

Az önce üniversiteden bir arkadaşla, akademisyenlikle ilgili bazı konuları tartışıyorduk. İlginç bulduğum birkaç noktayı buraya yazıyorum.

Amerika'da doktora yapmakla ilgili:
1. 100 kadar tezin en fazla bir iki tanesi işe yarıyor. (Georgia Tech Endüstri Mühendisliğinde master yapan birinin sözü)
2. Pek çok kişi çok istekli bir şekilde gittikleri halde vazgeçiyorlar. İTÜ, Boğaziçi'nde bölüm derecesi yapıp, iyi Amerikan üniversitelerinde doktorayı yarıda bırakıp geri dönenler veya orada çalışmaya başlayanlar var. Ya oradaki ekonomik imkanların çok kötü olması, ya da yaptıkları akademik işlerin onları tatmin etmemesi veya hocalarla sorun yaşamaları gibi sebeplerden bırakıyorlar.
3. Amerikadaki üniversiteler burslu giden doktora öğrencilerine çok düşük maaş veriyorlar: 1200 dolar seviyesinde. Bu paranın zaten en az 600 doları kötü bir oda tutmaya yetiyor. Bazı şehirlerde kiralar daha da yüksek. İyi bir yer tutmak zaten söz konusu bile değil. Orada haftada bir ancak dışarıda yemek yiyebilecek kadar paraları oluyor.
4. Pek çok kişi, Amerika'daki üniversitelere gidip sonra orada bir iş bulmaya çalışıyor. Zaten esas amacı akademik kariyer yapmak değil.

Türkiye'de akademisyenliğin maaş sorunları:
1. Kırşehir'de öğretim görevlisi biri, master bile yapmadığı halde, ikinci öğretim derslerine girmekle, ayda 3000 YTL üzerinde maaş alabiliyormuş. Fakat Boğaziçi'nde, doktoralı araştırmacılar, eğer asistanlık kadrosunda değilse, maaş almıyor. Asistan olanların da maaşları 1000 YTL civarında.
2. Akademisyen bir kişinin, Boğaziçi'nde çalışması, ona maaş olarak hiçbir maddi avantaj sağlamadığı gibi, Anadolu'daki pek çok üniversitedeki ders ücretlerinden, ikinci öğretimden mahrum olmaları sebebiyle, dezavantaj oluşturuyor.

Yazının Devamı...

Biyoenformatik Notlarım

Yaz okulunda aldığım Murat Çokol'un Bio 482 Biyoenformatik dersinin notlarını internete yükledim.

Notlarımı güncelledim. Fakat box.net'e yükleyemedim. Sitede sorun var. Bu yüzden google docs'a yükledim. Yeni link: http://docs.google.com/Doc?id=a7w6zmv5z8j_37grkmwv

Pdf formatında (eski dosya) indirmek için buraya tıklayın. Referans verdiğim resimleri dosyanın içine gömmedim. Biraz uğraşmak gerekiyordu. Fakat onları da internete yükledim, şuradan görebilirsiniz: http://picasaweb.google.com/mert.nuhoglu/Bio482Biyoenformatik

Yazının Devamı...

Salı, Temmuz 10, 2007

Dikkat Dagitmak

Ben de dahil pek çok kişi hep kendi işini kurmanın veya kendi istediği gibi çalışabilmenin hayalini kurar. Aslında çoğumuz öğrenciyken kendi istediğimiz işi yapma şansına sahibiz. Zamanın hemen hemen tamamı istediğimiz konuda çalışmaya müsait.

Ama kendi başına kalmak çok zor. Belki tüm işler için değil, fakat benim durumumda öyle oluyor. Çalışırken bir problemle karşılaşıyorum. Biraz uğraşıyorum. Sonra bir çözüm bulamayınca arkama yaslanıyorum. Biraz gevşiyorum. Bu sırada aklıma biraz kafa dağıtmak geliyor. Biraz gazete okuyayım, yatayım veya internette takılayım diye geçiriyorum içimden. Sonra çok iyi fikir diyorum. Hem biraz kafa dağıtırsam, sonra problemi daha iyi çözebilirim. Safım benim! :)

Bu sözlere kanıp, ki genelde de kanıyorum, kafa dağıtmaya başlarsam, en az yarım saatim gidiyor. Sonra tekrar işe dönmek çok zor oluyor. İşe dönecek olursam biliyorum ki, çözülmemiş bir problemle uğraşacağım. Hiç canım çekmiyor... Böylece zaman aktıkça gidiyor... Bir yanlışlık olup da işe dönebilirsem de bu sefer tekrar konsantre olma sorunu başlıyor. İnsanın dikkati bir dağıldı mı, bir daha kolay kolay toplayamıyor...

Size de oluyor mu, bu durum? Belki şimdi zaten siz de işinizden başınızı kaldırdınız biraz kafa dağıtıyorsunuz. Öyleyse, çok vakit kaybetmeden işinize dönebilmenizi dilerim :)

Yazının Devamı...

Cuma, Temmuz 06, 2007

Gerçekliğe Saygı

Komplo teorilerinden bunaldım. Zengin fakir, eğitimli eğitimsiz her türden insanda ortak bir özellik olarak komplo teorilerine düşkünlük var. Acaba bizi millet yapan en temel ortak özelliklerden biri komplolara olan düşkünlüğümüz mü diye sormaya başlayacağım artık.

Neden insanlar sevmedikleri bir kişiyi hemen siyonizmin ve Amerika'nın uşağı olmakla suçluyor? İnsanlar kitap okuyor, üniversitelerde eğitim alıyor. Onca tarih kitabı okuyor. Görmüyorlar mı ki, Türkiye kuruldu kurulalı, ne zaman eksik oldu bu komplo teorileri? Neden birisiyle ilgili dayanaksız fakat sansasyonel bir iddia ortaya atılınca, insanlar, hemen buna inanıyor?

Varsayalım ki, biri birine iftira attı. Sonra bu iftiraya inanan başka biri bunu bir arkadaşına anlattı. Bu kişi de bunu başka birine anlattı. Şimdi bu iftirayı duyan kişi diyebilir mi ki, bu iddialar gerçek, çünkü en az iki kişiden bunu duydum...

Aslında komplo kelimesinden de çok hoşlanmıyorum. Bence hurafe kelimesi bu yapılanı daha iyi tarif ediyor. Eskiden hurafeler çok yaygındı, şimdi de komplolar. Gariptir ki, hurafelerin de kaynağı hep ya evliyalara ya da peygamber efendimize dayandırılır. Hep boş iddia. Eskiden çok önemsemiyordum, ama artık sürekli insanlardan duydukça artık bunalmaya başladım. Modern, bilgili görünen insanlar sadece cahil insanların inanacağı dayanaksız iddiaları anlatıyorlar. Açıkçası çok sert konuşmak da istemiyorum, çünkü kendi sevdiğim insanların içinde de komplolara inananlar var. Fakat bir yandan da artık yeter diyesim geliyor.

Nedir bu siyonizm ve Amerika mitinin altında yatan? Neden her kötülük siyonizmden geliyor? Öyle büyük bir güç ve akıl vehmediliyor ki, siyonist ve Amerikanın gizli yöneticilerine karşı, bir nevi ilahlaştırılıyorlar. Pek çok zaman bu komplolara inanan veya bazen bunları üreten kişiler, kendilerini vatansever veya dindar insanlar olarak görüyorlar. Ama her kesimde de yaygın bu yeni hurafecilik. Bana pek gelmiyor, ama bir şekilde çevremde çok görüyorum, powerpoint sunumlarıyla insanların birbirlerine gönderdikleri email tabanlı hurafeleri. Bu hurafelerden kastım, sadece 13 kişiye gönderilmesi gereken korku mektupları değil. Tayyip Erdoğan'ı siyonist veya Amerikan uşağı, Coca-Cola'nın içinde böcek özütü bulunduğunu iddia eden veya bunlar gibi sayısız powerpoint sunumlarının geleneksel hurafelerden tek farkı, ele aldıkları konular.

Benim düşünceme göre, hiçbir sağlam delil olmadığı halde, bu tip hurafeleri yaymak, cehaletten kaynaklanır. Bu tavır gerçekliğe karşı bir saygısızlıktır. Belki kimseye doğrudan bir zararı yok, fakat gerçeklik algısı önemli bir şey bence. Sadece korkulara, şüphelere, hayallere dayalı bir dünyada yaşamamalıyız. Gerçeğe saygı duymalıyız ve gerçeklik algısının hiçbir dayanaksız iddiayla bozulmaması için çaba harcamalıyız. Bu hurafelere alet olmamalıyız. Eğer gerçeği korumakta yeterince titiz davranmazsak, bu vehimcilik, şüphecilik hayatımızın daha önemli kısımlarına doğru yayılacaktır diye düşünüyorum. Yarın bir gün bize de yalan iddialarda bulanacaklar ve o zaman belki bunları reddedeceğiz, ama rüzgar eken fırtına biçer.

Yazının Devamı...

MSN Şifresini Değiştirmek Ne Kadar Zor Olmalı?

Microsoft ürünlerine olan güvenim her geçen gün daha da azalıyor. Çok basit bir işi bile zorlaştırmanın akla gelmeyecek yollarını buluyor Microsoft. Misal, MSN şifrenizi değiştirmek istiyorsunuz...

Bir kişinin kullandığı hesabın şifresini değiştirmek ne kadar zor olabilir? Ne kadar zor olursa o kadar iyi diye düşünmüş herhalde Microsoft. Hesabıma girdim, linkleri dolaşıyorum. Üste aşağı her yere bakıyorum yok. Help linkini gördüm tıkladım. Password diye arattım. Bulamadım. Change password dedim, hiç cevap bile çıkmadı. Help sayfasına koymamayı iyi düşünmüşler, böylece ümidimi kaybedip şifremi değiştirmekten vazgeçecektim.
Neyse ki, google var. Google'da arattım change msn password. Sağolsun, birileri bu sorunu yanıtlamış. Meğer hiç alakası ve linki olmayan bir sayfaya girmek gerekiyormuş şifre değiştirmek için...
Paul Graham geçen bir yazısında "Microsoft is Dead" yazmıştı. Sonra Martin Fowler de .Net'in ilk çıkışındaki beklentileri karşılamadığını, kendi firmasındaki .Net programcılarının platformu terk ettiğini yazmıştı. Çok tepki almıştı bu yazılar. Fakat görünen köy kılavuz istemez. Basit bir işi, uzman bir kullanıcıyı bile zorlayacak şekilde yaptırırsanız, acemi kullanıcılar ne yapsın... MS bu gidişle daha çok pazar kaybedecek...

Yazının Devamı...

Perşembe, Haziran 28, 2007

Düşmanlık Vehmi 2

Geçen hafta sonu ağbimin düğünü vardı. Akrabalarımla biraz siyaset konuşuyorduk. Ben burada gündelik siyasete girmek istemediğimden bunlara değinmeyeceğim. Fakat bu düşmanlık meselesi, gündelik siyasetin ötesinde, derin bir konu olduğundan onunla ilgili bir şeyler yazacağım.

İnsanlarımızdan pek çoğu Türkiye'deki tüm idarecilerin ABD ve İsrail tarafından yönlendirildiğine inanıyor. Ne yapılırsa yapılsın, hepsi ABD ve İsrail'e hizmet ediyormuş. Onlara dedim, ben küçüklüğümden beri bize hep bu senaryolar anlatılıyor. Dört tarafımız düşman. ABD ve Avrupa bütün kuvvetiyle, bizi şeytani tuzakların içine sokmaya çalışıyor. Hep böyle şeyler duyuyoruz. Hep Türkiye tarihin en kötü dönemindedir. Her an bölünebilir veya yıkılabilir. Sürekli karanlık odaklar, Türkiye'nin içini boşaltmaya çalışıyor. Bunlar, insanların ürettiği korkular ve vehimlerden başka bir şey değil. Korku üretmek kolaydır ve insan doğal olarak buna meyillidir. Bilmiyorum, buna sosyal bilimciler ne ad veriyor. Fakat insan, hiçbir objektif delil olmadığı halde, birilerinin kendisine tuzak kurduğuna ve onun kötülüğünü istediğine hemen inanıyor. Bu inancı bir kere yerleşti mi, ondan sonra ne görürse, bu korkularına delil görüyor.

Şimdi de pek çok kişide bu durumu görüyorum. Sadece bir kesime has değil. Bu dayanaksız korkular, ne yazık ki bütün kesimlerde var. Umarım yeni kuşaklar bu korkulara çok fazla itibar etmezler. Boşu boşuna kendilerini düşmanların ortasında kalmış gibi hayal etmezler.

İnternetteki gazeteleri okuyor musunuz? Ben eskiden hiç okumazdım, gazete okumayı genel olarak vakit kaybı olarak görüyorum. Umarım yakında tekrar bırakacağım gazete okumayı. Bir de haberlerin altındaki yorumlar, canımı sıkıyor. Herkes birbirine hakaret ediyor, herkes birbirine düşman. Nedir bu şiddet? Biraz sağduyu ve hoşgörü hakim olsa davranışlarımıza, kötü mü olurdu? Herkes, halktan, hoşgörüden, adaletten, eşitlikten yana. Ama davranışlar bunun tersi...

Milletini sevdiğini söyleyen bir insan, nasıl olur da kendi milletinden insanlara hakaret edebilir? Kendisine hoşgörü ve saygı gösterilmesini bekleyen insanlar, neden bu hoşgörüyü zıt fikirlilere göstermezler?

Siyasi ahlak konusunda eksiklerimiz çok fazla. Hangi siyasi görüşten olursa olsun, herkesin, siyasi ahlaka dair ilkelere tam uyması lazım. Mesela, kimse kimseye etiket yapıştırmamalı. Kimse kimseye kesin delili olmadığı halde, suç isnad etmemeli. Kimse kimsenin sözlerini bağlamından çıkartıp, çarpıtmamalı. Herkes birbirine güvenmeli. Kimse karşı tarafın güvenilmez, hain olduğu önyargısıyla hareket etmemeli. Herkes birbirinin iyi yönlerini görmeli ve ortaklıkları geliştirmek için gayret etmeli.
Bunlar aslında çok zor şeyler değil. Ama kendini eleştirebilme samimiyeti gerektiriyor. İşin sırrı, insanın kendisine değil, insanlara hizmet etmeyi amaçlamasında yatıyor. Bunu başarmak için, Peygamber Efendimizin dediği gibi, insan kendisi için istediğini komşusu (arkadaşı, yakını, vatandaşı ve tüm dünya insanları) için de isteyebilmeli... Ancak o zaman gerçekten iyi ahlaklı insanlar olabiliriz.

Yazının Devamı...

Çarşamba, Haziran 27, 2007

Beyin Göçünün Gereksizliği Üzerine

Bundan 5-10 sene öncesine kadar, yurtdışına beyin göçünün faydaları zararlarından daha fazlaydı. Fakat artık gerek internetin dünyayı birbirine yakınlaştırması, gerekse Türkiye'de çok nitelikli çok sayıda araştırmacı kadronun oluşması sebebiyle, beyin göçünün getirisinin önemli ölçüde azaldığını düşünüyorum.

Boğaziçi, ODTÜ, Sabancı gibi Türkiye'nin en nitelikli üniversitelerinden mezun olan bir kişi neden doktorayı yurtdışında yapar?
Eskiden, Türkiye'de bilgiye erişim olanakları sınırlıydı. Veritabanları yetersizdi. Bilimsel dergilere erişim sınırlıydı. Fakat şimdi, internetle birlikte, ABD'deki bir araştırmacıyla, buradaki bir araştırmacının erişebildiği kaynaklar arasında hemen hemen hiç fark yok.
Eskiden laboratuvar aletleri, yazılımlar çok pahalıydı ve Türkiye'de eksikti. Şimdi en son yazılımlara internet vasıtasıyla Türkiye'den ABD'yle aynı anda erişilebiliyor.
Laboratuvar cihazlarında bir miktar fark hala devam ediyor. Fakat bu da eskisi kadar önemli bir fark oluşturmuyor. Çünkü bir kere, pek çok bilim dalında yapılan araştırmaların büyük kısmı, çok pahalı laboratuvar aletlerine dayanmıyor. Belirli masrafları Türkiye'deki üniversiteler de rahatlıkla karşılıyor. Ama zaten pek çok araştırma, doğrudan bilgisayarlar üzerinde yapılıyor. Mesela genom veritabanında o kadar çok veri var ki, bir biyolog veya biyoenformatikçi hayatı boyunca hiç deneysel çalışma yapmasa da, bu veritabanından beslenerek çok sayıda yeni keşif yapabilir. Endüstri mühendisliği, bilgisayar bilimi gibi pek çok alanda, zaten esas çalışma problemleri hep bilgisayar ortamında yürütülüyor.
Bunların dışında, ABD'nin önemli bir faydası olarak, oradaki öğretim kadrosu öne sürülebilir. Bu çok önemli, çünkü hiçbir bilim adamı, kendi başına bir adada çalışamaz. İnsanlarla faydalı bir etkileşim içinde olmak ve bilgi alışverişinde bulunmak, çığır açıcı yenilikler üretmek için şart. ABD'nin iyi üniversitelerindeki bilimsel kadroların, genellikle Türkiye'nin gözde üniversitelerindekinden daha iyi olduğunu söylemek, herhalde çok yanlış olmaz. Ama bence bu iddiayı artık tartışmaya başlamalıyız. Acaba gerçekten ABD'deki kadrolar, Türkiye'dekilerden daha mı iyi?
Ben doğrusu, bundan biraz şüphe ediyorum. Bizim okuldaki pek çok araştırmacının, ABD'nin en iyi okullarındaki kadar yüksek nitelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu insanların yaptıkları yayınlar, en iyi dergilerde çıkıyor ve çok sayıda referans alıyor. Gerçi, Amerikalılar kadar yüksek puan alamıyoruz, fakat bunun sebebinin sürekli devam eden beyin göçüyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir araştırmacının en iyi araştırma yapabileceği doktora ve doktora sonrası dönemler, genellikle Amerika'da geçiyor. Boğaziçinden mezun olup da, tam zamanlı olarak yine Boğaziçinde doktora yapanların sayısı çok sınırlı. Doktora sonrası çalışma yapansa sanırım yok denecek kadar az.
Buradan mezun olanlar, ABD'nin en iyi okullarına kabul alıyorlar ve pek çoğu orada öğretim üyesi oluyor. Öyleyse, insan kalitesi olarak burayla orası arasında bir fark yok. Ayrıca buradaki hocaların da hemen hepsi, yine ABD'den buraya dönmüş hocalar. Bu insanlar, ABD'de dururken, ne kadar yüksek nitelikli araştırma yapabiliyorsalar, teorik olarak aynı niteliği burada da sürdürüyor olmalılar. Fakat eksikler olabilir, ama bu da büyük oranda doktora ve doktora sonrası araştırma kadrolarındaki kayıptan kaynaklanıyordur, diye düşünüyorum.
Eskiyle bugün arasındaki bir başka fark da, ekonomik farklılıklar. Eskiden Avrupa veya ABD'ye gitmiş bir insan, çok görmüş biri sayılırdı. Türkiye'de hiç bilgisayarlar yokken, bilgisayarlarda çalışırlardı. Pek çok teknolojiyle Türkiye'deki meslektaşlarından çok daha erken tanışırlardı. Fakat şimdi böyle bir farklılık çoğu alan için geçerli değil. Çok sınırlı sayıda alanda, ABD'li araştırmacıların kullandığı teknoloji Türkiye'dekinden ileri seviyede. Teknolojik yakınlaşmanın dışında, kişisel hayat seviyeleri arasındaki fark da büyük ölçüde kaybolmuş durumda. Eskiden Avrupa'ya gidenler, Türkiye'ye dönünce, orada gördükleri şeyleri anlatırlardı. Biz de onları dinlerdik. Şimdi Avrupa'da tüketim ürünü olarak, konfor eşyası olarak ne varsa, Türkiye'de de var. Ekonomik zenginlik olarak da fark büyük ölçüde azalmış durumda. En azından beyaz yakalılar için, Türkiye'deki ortalama satın alma gücüyle, yurtdışındaki arasındaki fark, en azından özel sektörde çalışanlar için, çok azalmış durumda.
Bütün bunları dikkate alınca, bilim adamlarının artık yurtdışına gitmelerinin eskisi kadar getirisi olmadığını düşünüyorum. Yurtdışındaki okullarla rekabet eden Türk üniversitelerinin, doktora ve doktora sonrası araştırma programlarını, araştırmacılara daha cazip ve rekabetçi hale getirmeleri çok faydalı olacaktır.

Yazının Devamı...

Pazar, Haziran 24, 2007

Faktör Analizi - Geçerlilik - Güvenilirlik

Eşimin doktora çalışmasıyla ilgili anketlerinin güvenilirlik ve geçerlilik analizlerini yapmaya koyuldum. İlk başta kolay olur diye düşünüyordum. Bir sürü istatistik ve veri analizi dersi almışlığıma güvenerek, bu işi bir en fazla iki günde bitiririm sanıyordum.

Ama evdeki hesap yine çarşıya uymadı. Birkaç haftadır uğraşıyorum. Ancak kendimi anketleri analiz edebilecek seviyede görüyorum ki daha pek çok eksiğim duruyor. Neyse, yine de araştırma notlarımın bir kısmını düzenli bir şekilde tuttum. Gerçi bu da bayağı vaktimi aldı, ama bu arada biraz Latex ve R tecrübesi kazanayım diye bunlara özendim... Latex'ten daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Matematiksel denklemlerin yazılması için çok elverişli. Ayrıca kitap, makale gibi düzenli eserlerin yazılmasında da çok uygun bir araç. Word'le orta ve uzun bir belge yazmanın zorlukları herkesin malumu. Bir satırın fontunu değiştiriyorsun, bir bakıyorsun, resim kayboluyor. Latex bu sorunlardan uzak. Her şey çok düzenli. Ayrıca aracın varsayılan ayarları çok kullanışlı. Örneğin, yazı genişliği varsayılan olarak 65 harf. Bu bir sayfanın yarısını dolduruyor. İlk başta neden bu kadar çok boş yer var, diyor insan. Fakat okuması çok daha kolay oluyor. Ama Latex'in de kullanımı biraz zor.

R ise istatistiksel analiz ve programlama için kullanılan bir araç. Açık kaynak olduğundan dünya kadar modül var üzerinde çalışan. SPSS, SAS gibi araçlardan tek eksiği, kolay kullanışlı bir grafik arayüzünün olmaması. Ama istatistiksel analiz açısından bu araçlardan bir eksiği yok.

Notlarımın tümünü pdf formatında veya latex kaynak kodlarıyla şu adresten bulabilirsiniz:

Faktör analizi, geçerlilik ve güvenilirlikle ilgili notlarım

Madde analiziyle ilgili notlarım

Bir izlenimi aktarayım. Ben mühendislik bilimlerindeki istatistiğin sosyal bilimlerdekinden daha detaylı ve incelikli olduğunu düşünürdüm. Artık böyle düşünmüyorum. Sosyal bilimlerdeki istatistiksel problemler, en az mühendisliktekiler kadar, belki daha da detaylı...

Yazının Devamı...

Pazar, Haziran 03, 2007

Kepez

Benim gibi hiç şiir okumayan bir insanı bile duygulandıran bir şiir bu: Kepez... Bahaettin Karakoç tarafından yazılmış. 5. Türkçe Olimpiyatlarında Kırgız bir kız, Aida Risbekkızı, çok güzel okuyor şiiri.

Ben de bunu herkes izlemek isteyebilir diye düşünerekten, videoyu indirdim ve herkesin izleyebileceği formata çevirip, aşağıdaki siteye yükledim. Böylece indirip, bilgisayarınızda istediğiniz zaman izleyebilirsiniz.


mp3 dosyası olarak indirmek için tıklayın.
Youtube sitesinden videoyu izlemek için burayı tıklayın.
Youtube ikidebir yasaklandığından vtunnel.com üzerinden youtube video linkine erişebilirsiniz.
vidivodo üzerinden izlemek için, tıklayın.

Şiirin sözlerini aşağı ekliyorum:

Kepez

Ansızın bir karasu iner
Deniz fenerinin gözlerine
Fener kör olur
Ve ağır ağır uyanmaya başlar
Deniz dibinin devleri
Koç sürüsü dalgalar toslaşır gerine gerine
Ötede yıkkın bir balıkçı köyünün çiçeksiz evleri
Evler ki denizlerde olup bitenleri bilmez
Bense bu kaderi iyi bilirim
Benim adım Kepez

Yıldızlar olmadı mı, dolunay olmadı mı
Gökyüzü de kördür
Yüreğindeki kara bulutlar
Durmadan yıldırımlar kusar
Yorgun bir gemi oturur kayalara
Karışır birbirine dua ve küfür
Korkuysa şapkasını her zaman
Kapkara bir dala asar
Bir yosun tarlasında dinlenirken
Gördüm ölümü kaç kez
Selam verip geçti gülümseyerek
Ben korkusuz Kepez

Kaç sünger ve inci avcısının
Kanına girdi bu denizler
Kaç taze gelin ihtiyarladı
Bu ufuklara baka baka
Her sabah
Neşeli bir ıslık aydınlığına
Evden çıkıp gidenler
Ya döndüler ya da hiç dönmediler
Yaralı akşamlara
Yalnız kalmayınca aç kalmayınca
Oğlak, kuzu melemez
Ben ne dramlar yaşamışımdır bu kıyıda
Ben Kepez

Mutlu insanlarda gördüm
Gelip kollarımın arasında sevişen
Ama uzun sürmedi
Şıngır mıngır kristal ömürleri
Ne çığlıklar isittim rüzgarlardan
Mevsim mevsim değişen
Hele de yitik ekmekler gibi ayrılık türküleri
Tedirgin martıların
Kanatları vururken gez
Ben dilsiz bir görgü tanığıyım
Benim adım Kepez

Gün kısalır,
Bir gece de değişir renk renk haritam
Gün uzar,
Sızlayan süslü bir göğüstür Tarih-i Kadim
Sırdır, ayıptır
Gördüklerimin hepsini anlatamam
Gemiler gelip geçerken
Kaç dilden hüzünlü şarkılar dinledim
Gül yanaklı, lale dudaklı
Ne güzeller gördüm gitti gelmez
Ben hep aynı yerde beklerim
Benim adım Kepez

Bazen denize küserde
Gökteki yıldızlarla konuşurum
Bazen gidemediğim yerleri okşamak isterim
Bulamam ellerimi
Ay doğarken başlar
En uzun süren sarhoşluğum
Asırlar kemirse de
Koparamazlar zincirlerimi
Kimse kirli ayaklarıyla
Üzerimi tepeleyemez
Ben beş vakit
Sabrın gül suyuyla yıkanırım
Benim adım Kepez

Bahaettin Karakoc

Yazının Devamı...

Pazar, Mayıs 27, 2007

Bilgi Teknolojilerinin Gelecegi

Bu yazı biraz fütürist bir yazı olacak.

YÖK'e, Milli Eğitime, DPT'ye ve Türkiye'nin eğitim politikalarını yönlendiren diğer kurumlara bir öneride bulunmak istiyorum: Bilgisayar programcılığına yönelik olabildiğince yatırım yapın.

Biliyorum, hepimiz bilgi teknolojilerinin ne kadar kritik olduğunu biliyoruz. Bütün okullara birer bilgisayar sınıfı kuruldu. Bu çok güzel.


Fakat bence bilgi teknolojileri o kadar önemli ki, bunun önemini belki abartıya kaçacak şekilde vurgulamamız lazım. Son 20 yılda bilgisayarların hayatımızda ne kadar büyük değişiklikler yaptığını hepimiz gördük, öyle değil mi?

Artık okulda hocama emaille ödevimi gönderiyorum. Yaz okulu için, ABD'den gelecek bir hocaya erişmek ve dersle ilgili hazırlıkları yapmak, köşedeki markete gitmekten daha kolay. Saymaya gerek yok, hepimiz emailden, google'a, forumlardan, erp yazılımlarına kadar bilgi teknolojilerinin hayatımızı ne kadar kolaylaştırdığını her gün görüyoruz.

Pek çoğumuz bilgi teknolojilerinin çok önemli olduğunun farkında. Geçmiş 20 yıla bakarak bunu biliyoruz. Fakat bu yeterli değil. Bilgi teknolojilerinin şu ana değin sağladığı faydalar, önümüzdeki 50 yıl içinde sunacağı faydaların yanında çok ufak kalacak. Bilgi teknolojileri hala, çocukluk evresinde. Daha bilgi devrimini belki görmedik bile.

Programcılık dünyasında ortaya çıkan gelişmeler, gelecek yıllarda çok daha kolay ve kaliteli yazılımlar yapmamıza izin verecek. Keşfedilmiş teknolojilerin sunduğu potansiyelin çok az bir kısmını kullanıyoruz hala. Ki daha pek çok teknoloji de keşfedilmedi. Yenilik geliştirmenin hızı giderek hızlanıyor. Bu hızlanma üssel büyümesine daha uzun bir süre daha devam edecek.

Bunları şu yüzden söylüyorum: Bu konuya yatırım yapmaya bakın.

Eğer gençseniz, kendi kendinize programlamayı öğrenin. Üniversiteye girmeyi beklemeyin. Üniversite eğitimi çok iyi bir şey, fakat programlama dünyasındaki evrimin hızı o kadar yüksek ki, pek çok üniversitede sunulan programcılık eğitimi, bunun gerisinde kalıyor. Yine hiç olmamasından iyidir, fakat siz kendinizi üniversiteyle sınırlamayın.

Eğer çocuklarınız varsa, çocuklarınızı programlamaya yönlendirin. Gelecekte bilgisayar mühendisi olmaları şart değil. Hangi mühendisliği ve hatta sosyal bilimleri okuyacak olursa olsunlar, programlama bilgisi çok büyük değer katabilir.

Eğer milli eğitimde, Yök'te veya başka bir politika belirleyici kurumda görevliyseniz, bu konuya yatırım yapılması için elinizden geldiğinizce çaba harcayın. İçinde yanlışlar ve israflar bulunan yatırımların bile, getirisi çok yüksek olacaktır.

Eğer iş adamıysanız, bilgi teknolojileri alanına girmenin bir yolunu bulmaya çalışın. Çevrenizde gördüğünüz örneklerin başarısızlıkları sizi aldatmasın. Uzaklara bakın: ABD'deki garaj milyonerlerini hatırlayın. Bunların yaptıkları işler, kesinlikle Türkiye'de de yapılabilir işler. Tek eksiğimiz, vizyon.

Eğer mühendisseniz, hangi sahada çalışıyor olursanız olun, bilgisayar programcılığını öğrenin. Mevcut işinizden daha zor bir iş değil. Bilgisayar mühendisliği okumuş olmak şart değil, programcılık için. Diğer bütün mühendisliklerden daha yenilikçi ve açık bir mühendislik dalı, programcılık. Kendi kendinize programcı olabilirsiniz.

Sakın dünyada google, microsoft gibi firmalardan kaç tane var? O kadar başarılı olmak için, çok para lazım diye düşünmeyin. Bilgi teknolojilerine dayanan yeni ekonomi, eski ekonomiyi zaman içinde tamamıyla ikame edebilir. Sadece ikame etmekle kalmayıp, aynı zamanda pek çok yeni sektörler oluşturuyor. Bu ekonominin büyüklüğü o kadar büyük ki, çok, gerçekten çok sayıda yeni şirketi besleyebilir. Dolayısıyla rekabetten çekinmeyin. Fakat tamamen kopya ürünler üretmekle kalmayın. Başkalarından esinleneceksiniz, ama mutlaka farklılaşmaya da çalışın.

Eğer işsizseniz, sahip olduğunuz serbest zamanı, programcılığı öğrenerek geçirin. Internet üzerinden serbest programcılara (freelancer) proje bazlı iş veren pek çok yer var. Bunlara program üretin. Ben yaşlandım, geç kaldım demeyin, programcılığı öğrenmek, yeni gireceğiniz bir işi öğrenmekten çok farklı değil. Tek sorun, kendi başınıza bunu öğrenmek zorunda olmanız. Tek yapmanız gereken, kendinizi programlama işine odaklamak. Eğer sıkı çalışırsanız, çok kısa zamanda bu işe adapte olabilirsiniz.

Yazının Devamı...

Salı, Mayıs 22, 2007

Karşılaştırma: Sistem Dinamikleri ve Diferansiyel Denklemler

Geçen yazımda bahsettiğim ödevi buraya aktarmalıyım diye düşündüm. Böylece sistem dinamiklerinin, diferansiyel analize göre sistemlerin dinamiklerini analiz etmede neden daha kolay olduğunu daha güzel gösterebilirim.

Yalnız şimdilik ödevin çözümü hocamızda olduğundan, sadece soru kısmını ve bilgisayardaki kayıtlı kısmını göstereceğim. Kalan kısmı sonraya...

Bir şehirdeki nüfus ve iş yeri miktarı arasındaki etkileşimi konu alıyor ödev. Şehirdeki iş yeri miktarının artışı, müsait arazi miktarına bağlı. Müsait arazi miktarı, toplam şehirdeki arsaların ne kadarının dolduğuna bağlı olarak azalıyor. Yeni iş yerleri oluştukça, arsa miktarı azalıyor. Arsa miktarı azaldıkça da, daha az iş yeri oluşuyor. Bunların arasındaki matematiksel ilişkiler, ödevde verili.

İş yeri sayısının azalması ise, iş yerlerinin ömürlerine bağlı. İnsanlar gibi iş yerlerinin de ömürleri var. Bu da, şehirde yeterince insan bulunmasına bağlı. Bir şehirde, her bir iş pozisyonu için ne kadar çok müsait insan varsa, iş yerlerinin ömürleri o kadar uzun kabul ediliyor. Yeni iş yerleri açıldıkça, toplam iş pozisyonu artıyor. Bu durumda iş pozisyonu başına düşen müsait çalışan sayısı azalıyor. Müsait çalışan sayısı azaldıkça da, iş yerlerinin ömürleri kısalıyor. Bunun sonucunda, daha çok iş yeri kapanıyor.

Bu yukarıda anlattıklarım, iş yerlerinin miktarıyla ilgili sebep sonuç ilişkileriydi. Bunların hepsi ödevde nicel, matematiksel fonksiyonlarla tanımlı.

Bir de nüfus miktarı var. Bir şehirdeki nüfus, net doğumlarla (doğumlardan ölümlerin çıkarılmış hali) artıyor. Net doğum oranını sabit kabul ediyoruz. Dolayısıyla nüfus ne kadar çoksa, o kadar çok doğum oluyor. Bunun sonucunda nüfusun ilelebet artması gerekirdi, fakat nüfus arttıkça, nüfus artışını sınırlayan etkenler hakim hale geliyor. Nedir bunlar? Ödevde sadece bir tanesi ele alınmış:

Nüfus arttıkça, iş arayan kişi sayısı artar. İş arayan kişi sayısı arttıkça, çalışan kişi başına mevcut iş pozisyonu oranı azalır. Çalışan başına iş pozisyonu azaldıkça, o şehirden dışarı doğru göçler artar. Dışarı göçler arttıkça, şehrin nüfusu azalır. Eğer çalışan başına iş pozisyonu çok yüksekse de bu sefer dışarıdan şehre göçler artar. Dolayısıyla göçler hem pozitif hem de negatif etkiye sahip olabilir.

Ödevde ele alınan model bu kadar. Dikkat ederseniz, bu model aslında fiziksel bir mühendislik sistemine ait değil. Bu model, doğrudan sosyal bilimlerin konusuna giren bir alandan alınmış: Bir şehirdeki nüfus ve iş yerlerinin miktarı. Belki ekonomistlerin, kamu yöneticileriin, kent planlayıcılarının veya yerel coğrafyacıların ilgilenebileceği bir sistem.

Şimdi, konuyla ilgilenen sosyal bilimci bir kişi, yukarıdaki sebepsel ilişkilerden çok daha fazlasını muhtemelen biliyordur ve dikkate alıyordur. Fakat sosyal bilimcinin cevap aradığı sorulara, yanıt bulabilmesi için elinde yeterince kolay kullanılabilir, çok güvenilir bir analiz aracı bulunmuyor. En önemli çözümleme aracı herhalde, muhakeme gücü olacaktır. Bu da çok değerli, fakat muhakemeyle ulaşılan sonuçların başka araçlarla da sağlamasının yapılması gerekir.

Sosyal bilimci, eğer matematiğe ilgiliyse, yukarıdaki ilişkileri nicel fonksiyonlarla ifade ettikten sonra, ortaya çıkan diferansiyel denklem sistemini çözerek, sistemin dinamiklerini bulabilir. Fakat sorun şu ki, ortaya çıkan diferansiyel denklem sistemini çözmek gerçek sosyo-ekonomik problemlerde çoğu zaman mümkün değil. Bu ödev olduğundan basit tutuldu, sadece iki tane diferansiyel denklem var. Bu yüzden çözülebiliyor. Ödevi geri aldığımda bunları yazacağım. Şimdi tekrar türetmekle uğraşmaya eriniyorum :)

Fakat sistem dinamikleriyle bu sistemi modellemek ve analiz etmek son derece kolay. İşte size, yukarıda bahsettiğim sistemin (stok-akış) modeli:



Diyeceksiniz ki, bu muydu kolay dediğin model :) Evet, bu. Çok kolay, hemen gözünüz korkmasın. Şemayı biraz detaylı inceleyin. Anlaşılması çok sezgisel ve kolay. Hiç açıklama yapmıyorum, eminim biraz uğraşsanız, yukarıdaki paragraflarda yazan ilişkilerin, yukarıdaki şemada ifade edildiğini göreceksiniz. Yalnız tabi sebep sonuç ilişkilerinin nicel fonksiyonları bu şemada yok. Onları da aşağıda görebilirsiniz:


Business(t) = Business(t - dt) + (Business_Construction - Business_Demolition) * dt
INIT Business = 105

INFLOWS:
Business_Construction = Business*Construction_Coefficient
OUTFLOWS:
Business_Demolition = Business/Avg_Lifetime_of_Business
Population(t) = Population(t - dt) + (Net_Births + Net_Migration) * dt
INIT Population = 25000

INFLOWS:
Net_Births = Population*Net_Birth_Fraction
Net_Migration = Population*Migration__Fraction
Avg_Area_Per_Business = 5000
Avg_Lifetime_of_Business = 2+12*Workers_Per_Jobs
Construction_Coefficient = 0.1-0.1*Fraction_Land_Occupied
Fraction_Land_Occupied = Occupied_Area/Total_Land
Jobs = Business*Jobs_Per_Business
Jobs_Per_Business = 50
Jobs_Per_Worker = Jobs/Workers
Net_Birth_Fraction = 0.05
Occupied_Area = Business*Avg_Area_Per_Business
Total_Land = 500000
Workers = Population*Workers_Per_Population
Workers_Per_Jobs = 1/Jobs_Per_Worker
Workers_Per_Population = 0.3
Migration__Fraction = GRAPH(Jobs_Per_Worker)
(0.00, -0.1), (0.25, -0.056), (0.5, -0.03), (0.75, -0.012), (1.00, 0.00), (1.25, 0.005), (1.50, 0.008), (1.75, 0.011), (2.00, 0.019), (2.25, 0.029), (2.50, 0.043), (2.75, 0.065), (3.00, 0.1)


Sanırım, inandırıcılığımı yitirmeye başlamış olabilirim :) Bir vaadin daha yanlış çıktığını düşünmeye başlamadığınızı umuyorum. Sevgili arkadaşlar, yukarıdaki denklemler, çok sade denklemler. Tek tek denklemleri okuyun, çok rahat anlaşıldığını göreceksiniz, ki ben hiç açıklama yapmadığım halde. Normalde, bu fonksiyonlarla ifade edilen ilişkilerin anlamı, yazıyla da açıklanır. Fakat ben her zamanki kolaycılığımla, bundan kaçınıyorum :) Bu arada, yine aynı sebeplerden ötürü, terimleri türkçeleştiremediğimden özür dilerim.

Evet, bu yaptıklarımız modellemeyi bitiriyor. Şimdi modelin sonuçlarını görmeliyiz. Simülasyonu çalıştırıyoruz (genellikle Stella, Vensim kullanılıyor, fakat AnyLogic ve Repast gibi yazılımlar da çok iyi). Elde ettiğimiz çok sayıdaki şemadan bir tanesini göstereceğim:



Yukarıdaki şemayı biraz açıklayacağım.

Şimdi yukarıdaki modeli oluşturduktan sonra simülasyonu çalıştırıyorum. Kullandığım yazılım da bana şehirde 100 yıl sonra ne kadar nüfus ve iş yeri olacağını gösteriyor. Fakat doğaldır ki, şehrin 100 yıl sonraki nüfusu ve iş yeri miktarı, bugünkü nüfusuna ve iş yeri miktarına bağlı. Buna başlangıç koşulları (initial conditions) deniyor. Ben de farklı başlangıç koşullarıyla, simülasyonu defalarca çalıştırıyorum. Her birinin sonucunda farklı dinamikler çıkıyor. İşte yukarıdaki şema, yaklaşık 20 farklı denemenin sonuçlarını toplu olarak gösteren şemadır. Yatay eksen, iş yeri miktarını, dikey eksen nüfusu gösteriyor. Şemada farklı renklerle gösterilen her bir eğri, benim her bir simülasyonumdaki evrilmeyi gösteriyor. Yani her bir simülasyonda, zaman içinde, nüfus ve iş yeri miktarları nasıl değişmiş onu gösteriyor.

Dikkat ederseniz, bütün eğriler bir noktada birleşmiş. Bu çok önemli bir sonuç. Bütün sistemlerde böyle olmaz. Bu birleşmenin anlamı şu: yukarıda tanımlanmış olan şehir, başlangıç koşullarından bağımsız olarak, yeterli bir sürenin sonunda, belirli bir nüfus ve iş yeri miktarına gidiyor. Bizim örneğimizde, bu 40000 civarında nüfus ve 80 civarında iş yeri oldu.

Çok ilginç değil mi? Bugün 100 nüfusla da başlasan, 1 milyon nüfusla da başlasan, bu şehrin nüfusu er ya da geç 40 bin olacak diyor, bu analiz.

Şimdilik bu analizden çıkarılabilecek çok sayıdaki bulguyu bir kenara koyalım ve diferansiyel denklemlerin matematiksel analiziyle, simülasyon analizlerinin karşılaştırmasına dönelim. Gördüğünüz gibi, sistem dinamikleriyle bu modeli analiz etmek için, tek yaptığımız modelin unsurları arasındaki ilişkileri basit nicel fonksiyonlarla tanımlamaktan ibaret. Bunun ardından, simülasyon bize sistemin nasıl evrildiğini gösterdi. Peki aynı şeyi matematiksel analizle bulabilir miyiz? Evet, bulabiliriz, zaten bizim ödevin de amacı buydu. Fakat ödev şimdi sevgili hocamızda. Geri döndüğünde, iyi not almışsam :) matematiksel analizi de göstereceğim.

Selamlar sevgiler...

Güncelleme (11.08.2008): Geçtiğimiz günlerde bir Gıda Mühendisliği öğrencisi, ödevin matematiksel çözümünü istemişti benden. Böylece bir sene önce yazdığım bu yazıda verdiğim sözü yeniden hatırlamış oldum. Ödevin resmini çektim ve qipit ile resimleri temizletip pdf'e çevirdim. Dosyayı buradan indirebilirsiniz. 8. sayfadan itibaren, yukarıda bahsettiğim ödevin analitik çözümünü bulabilirsiniz.

Yazının Devamı...

Sistem Dinamiklerinin Faydaları 1

Sistem dinamikleri benim uzun zamandır özel ilgi alanım olan konulardan biri. Açıkçası üniversiteden mezun olduktan 4.5 sene sonra yeniden yüksek lisans için okula dönmemin de en önemli sebebi, sistem dinamikleri. Pek çok alanda pek çok potansiyel ve doğrudan fayda sunan bu disiplinle ilgili, dikkatimi yeni çeken bir faydasını bugün yazmayı istiyorum.

Nereden aklıma geldi şimdi bu? Bugünkü derse yetiştirdiğim ödevden :) Hocamız duymasın, ödevi derste tamamladım :). Sabah erken uyanacaktım, kalkamadım... Bir de işin komiği, Yaman Bey (dersin hocası) iki hafta önce ödevi verirken, espri yaparak bizim her işi son güne bırakma alışkanlığımıza takılmıştı ve şöyle demişti: "bu ödevi yapmaya iki hafta sonra pazartesi başlayın" Tabi, bu benim için hiç zor olmadı... :)

Neyse, konuya gireyim. Şimdi sistem dinamiklerinin diğer matematik temelli araçlara göre, önemli bir üstünlüğü var. Sistem dinamiklerine dayanan simülasyonlarla, üç ve üzeri dereceden diferansiyel denklem sistemlerinin davranışları diğer araçlara göre çok daha kolay ortaya çıkarılabiliyor.

Mesela, ikiden çok diferansiyel denklemle modellenen bir sistem düşünün: Bir ekosistemdeki çeşitli canlıların etkileşimi. Bir ekonomik sistemdeki çeşitli firmaların, ürünlerin rekabeti. Bir trafik sistemindeki çeşitli yollarda bulunan araçların dinamiği. Fiziksel, biyolojik veya sosyo-ekonomik pek çok önemli problem, bu türden, çok sayıda diferansiyel denklemle modellenebilir. Fakat diferansiyel denklemleri kullanarak bu sistemlerin zaman içindeki dinamiklerinin nasıl olacağını tespit etmek, çok zor, çoğu zaman imkansız. Fakat sistem dinamikleriyle bu sistemlerin simüle edilmesi durumunda, diferansiyel denklemlerin sonucunda ortaya çıkan dinamiklerin, tespit edilmesi mümkün ve görece çok daha kolay.

Bu önemli kolaylık bazı sonuçları getiriyor:

Birincisi, karmaşık sistemleri modellemeye yönelik daha girişken bir tavır. Sistem ne kadar karmaşık olursa olsun, analitik bir şekilde sistem dinamiklerini kullanan simülasyonlarla bunları çözmek mümkün. En azından matematiksel araçlarımız buna yeterli. Modellemeyle ilgili başka sınırlamalar yine var, mesela nitel veya öznel faktörlerin nasıl modelleneceği sorunu.

İkincisi, temel eğitime sistem dinamiklerini katmak mümkün ve çok faydalı olacaktır. Lise öğrencileri integrale kadar matematiği öğreniyorlar. Sayısal okumayan öğrenciler, o seviyeye kadar okumuyorlar, fakat onlar da yine denklem sistemlerine, fonksiyonlara kadar matematik bilgisi öğreniyorlar. Gerek sayısalcı olsun, gerek sözelci, orta öğretimdeki öğrencilerin sahip oldukları matematiksel bilgi seviyesi sistem dinamiklerini kullanmalarına yeter. Dolayısıyla eğer bu öğrenciler sistem dinamiklerini kullanmayı öğrenirlerse, yüksek lisans yapan mühendislik öğrencilerinin uğraştıkları diferansiyel problemleri bile, sistem dinamikleriyle çözebilirler. Bu, öğrenciler için çok büyük bir katkı olacaktır, diye düşünüyorum.

Tabi diyebilirsiniz ki, sosyal/idari bilimler okumak isteyen öğrenciler için, mühendislik problemlerini çözebilmenin ne önemi olabilir?

Çok fazla. Bir kere, sosyal bilimlerdeki (iktisadi, idari ve diğer sosyal bilimleri hep beraber kastediyorum) pek çok problem aslında, mühendislik problemlerinden çok daha karmaşık ve zordur. Hem modellenebilme yönünden zor, hem de çözülme yönünden zor. Problemlerin bu zorlukları yüzünden, genellikle sosyal bilimlerde sebep sonuç ilişkileri yönünden açıklayıcı modeller, nitel karakterli olageliyor. Modellerin nitel karakterli olması, iyi bir özellik. Fakat pek çok sistem, aslında çok da zor olmayan yöntemlerle nicelleştirilebilir özelliklere sahip. Dolayısıyla bu sistemlerin matematiksel ilişkilerle modellenebilmesi ve dinamiklerinin çözülmesi, çok yararlar sunacaktır. Kolaylıkla nicelleştirilemeyecek problemlerin bile, sistem dinamikleriyle modellenmesinde çeşitli faydalar var. En azından sistemin içindeki önemli geri besleme döngüleri ortaya çıkarılır. Bu döngülerin nitel analizleriyle de (Peter Senge'nin 5. Disiplin kitabında anlattığı sistem ilkörneklerini kullanarak) sistemin dinamikleri az çok tahmin edilebilir.

Şimdilik bu kadarla yetineyim. Daldan dala atlamaya başladım. Demek ki, bu yazının bitmesi, bitmemesinden daha iyi olacak :)

Yazının Devamı...