Pazartesi, Şubat 04, 2008

İnsan haklarına yapılan baskıların meşrulaştırılması hakkında

Başörtüsü örneğinde de gözlemlediğim genel bir toplumsal davranış kalıbı var. Topluluklar kendi keyfi arzularına uyacak şekilde, gayri meşru bir yasak koymaya çalıştığında, sürekli bir meşrulaştırma gayreti içine giriyorlar. Misal olarak 1930'lu yılların Almanya'sındaki Nazileri ele alalım. Naziler ülkedeki yahudilerin çalışma alanlarını kısıtlamak istiyorlar. Bu hukuksuz yasaklarını meşrulaştırmak için ortaya öyle çok sayıda gerekçe (sosyal darwinizm gibi) koyuyorlar ki, sunulan argümanlardaki tutarsızlıkları görmeyen bir kişi, bu Naziler ne kadar da toplumun yararını düşünüyor diye düşünebilirdi.

Benzer şekilde, şu an yasağı ideolojik olarak savunan kişilerin de sundukları gerekçelerin orjinallikleri, aslında yasağın savunulmasında bir meşruluk krizinin yaşandığını gösteriyor. Örneğin, pek çok yasak taraftarı diyor ki: "örtünmek serbest olduğunda, başı açık kızlara ahlaksız demiş olursunuz". Hiçbir delili olmayan bu iddia, ilk bakışta sanki başı açık kızların hakkını savunmak için yasağın savunulduğu izlenimini veriyor. Fakat esas sorun şu, yasağın hiçbir ahlaki meşruiyeti olmadığından, yasağı meşrulaştırmak için, mantıksız akıl yürütmelerle bir dayanak oluşturulmaya çalışılıyor.
İngilizcede mobbing veya bullying adı verilen, Türkçeye duygusal yıldırma diye geçmiş bir kavram var. Anlamı şu: bir kişi, başka bir kişiyi sürekli olarak, haksız bir zorbalıkla stres altına sokuyor. Çok farklı şekillerde meydana gelebiliyor zorbalık davranışları. Fakat çoğu olayda ortak bazı özellikler var. Bunlardan biri de, zorba kişinin, mağdur kişiye çeşitli dayanaksız, saçma suçlamalarda bulunması. Zorba kişi, suçlamalarda bulunmakla, kendinde bulunmadığını bildiği hukuki meşruiyetsizliğini örtbas etmeye çalışıyor. Bu noktada, pek çok zorbalık mağdurunun düştüğü bir hata oluyor: Suçlamaları ciddiye almak ve onları çürütmek için savunma yapmak. Böyle yapmakla, aslında hiçbir dayanağı olmayan suçlamaları, tartışılabilir ve ciddiye alınır bir konuma yükseltmiş oluyor. Bunun ardından zorba kişi, laf kalabalığı ve akıl karışıklığıyla, suçlamalarını yoğunlaştırıyor. Mağdur kişi, ne kadar kendini savunsa da, ortadaki suçlamalarla ilgili üzerinde bir şüphe oluşuyor.
Böyle bir dayanaksız suçlama durumunda, mağdur kişinin yapması gereken, suçlamaları muhatap almamak ve bunu açık bir şekilde dile getirmektir. Yani zorbaya demeli ki: "İddia ettiğin suçlamalar dayanaksız ve delilsizdir. İddia sahibi sen olduğun için, bu iddialarının delillerini sunmakla yükümlüsün. Eğer kabul edilebilir bir delil sunamazsan, tüm iddialarının çürük olduğunu kabul etmiş olursun." Buna benzer sözlerle, zorbayı mantıksal ve objektif düşünceye çağırmalı. Böylece mağdur kişi, hem zorbanın laf cambazlığı yaptığını dile getirmekle onun ahlaki meşruiyetsizliğini bir nebze daha ortaya çıkarmış olur, hem de laf kalabalıklarından oluşan, delilsiz suçlamalardan kurtulmuş olur.
Sonuç olarak, yasakçıların sundukları mantıksız suçlamalara karşı insanların haklarını savunanların yapması gereken de budur. Yasakçıların vehmi suçlamalarını temel alarak tartışmak yerine, vehimlerine somut delil getirmelerini istemeli, bunu yapamadıkları taktirde mantık ve bilime dayalı akıl yürütme yöntemine aykırı bir şekilde davranmalarından dolayı, iddialarının çürük olduğunu kabul etmiş sayılacaklarını bildirmeliyiz.

Hiç yorum yok: